Cuma, Haziran 24, 2011

İbretlik bir paylaşım.

Saç dökülmelerini önleyen bir şampuan reklamı için, bazı ünlü kadınlarla görüşüyoruz. Kimileri makul, kimileri uçuk paralar istiyor. Bazılarının başka antlaşmaları var ya da programları uymuyor, teklifi geri çeviriyorlar falan... Buraya kadar her şey normal.
Di.
Ta ki, şu sıra pek ortalıkta görünmeyen (belki de görünüyordur, ben bilmiyorum) ama bir dönem gündemi oldukça meşgul etmiş birinden şu cevabı alana kadar: "Aslında şu an bir projede yer almıyorum ama böyle bir projede olmak istemem. Çünkü bir selebritinin saçları dökülmez."
Oha!
Bir selebritinin saçı dökülmezmiş.
Bu cevaba ağzımızla değil götümüzle güldük tabii. Kim olsa öyle güler.
Yazık lan. Gencecik insanlar, ünlü oldum diye akıllarını oynatıyorlar, selebritilerin saçı dökülmüyor falan...
Ayrıca; selebriti ne amk? Ünlü ya da meşhur neyine yetmiyor?
Götümün selebritisi.

Çarşamba, Haziran 22, 2011

Tırnak içi öyküsü ya da kıymık.

"Bebek."

(Öykü bu kadar. "Bu sadece bir kelime, böyle öykü mü olur?" denebilir. Densin. Elimizde olasılıklar var. Bir sürü şey, tek bir sözcükle paketlenmiş olabilir. Hayal gücü denen şey, o paketleri açmak için var.
Yazar burada insan yavrusundan mı bahsediyor? (Bebeği mi olmuş? Arkadaşlarından ya da ailesinden biri doğum yapmış da onu mu görmeye gitmiş? Bebeği olsun mu istiyor? Bebeği olacağını mı öğrenmiş? Ya da sadece öylesine bebekleri mi düşünüyor?
Belki de yazar, semt olandan bahsediyordur. (Dostlarla Bebek'te (saate göre) latte/mohito keyfi?) Oraya gitmiş de bunu mu beyan ediyor? Orada değil ama gitmek mi istiyor? Birden, o semtte yaşadığı bi'şey aklına geldi, o anıya mı gönderme yapıyor?
Yazarın, sevdiği birine seslenmesi de mümkün. Bir arkadaşına bebek diyor olabilir. Ya da birine cilve yapıyordur. Eğer öyleyse, bu kişi sevgili ya da eş midir? Yoksa, karşılıklı hislenilmiş, teşhis konmuş ama henüz adı konmamış bi'şey mi?
Bunların hiçbirini bilemeyiz. Tek bilebileceğimiz (ya da tahmin edebileceğimiz diyelim) bir sözcüğün arkasına yığılmış hikayeler olduğu. Sorduğun sorular ve aldığın cevaplar o hikayeleri belirliyor. Bu yüzden, tek bir sözcük, sonsuz sayıda hikaye doğurabilir. Kelimeler çınarlar gibi. Tek bir kökten gelen, irili ufaklı milyonlarca dal ve yaprak.
Yani diyorum ki; sözcükler garip şeyler. Bazen kifayetsizler, bazen koca paragrafların anlatamadığı şeyler bir tanesine sığıyor. Bazen bir sözcük, sadece sözcük; bazen koca bir hikaye. Küçücük bir sözcük, içi dolu turşucuk.)

Cumartesi, Haziran 18, 2011

Reklamlar ve Denklemler

Reklam filmlerindeki legal alt yazıları için;
9 kelime ve altı için kelime sayısı x 0.2"+ 2" algılama süresi, 10 kelime ve üstü için; kelime sayısı x 0.2" + 3" algılama süresi.
Bilin bunları.

İki ters, bi' düz.

4 adam, sigara içerken, birbirlerine bebeklerinin fotoğraflarını gösterip gülüşüyor. "Ay bizimki geçen gün ne yaptı biliyor musun?"lar, "ağzı, burnu aynı ben değil mi?"ler havada uçuşuyor. Beslenme ve uyku düzenleri karşılaştırılıyor, yaptıkları türlü şirinlikler anlatılıyor. Arada "hiç sana benzemiyor, aynı annesi"lerle birbirlerine sataşıyorlar. (Gülüşmeler.)
Yaklaşık 1 metre yakınlarında bir kadın, tek başına sigara içiyor. Tam karşısındaki büyük pencereden aşağıdaki inşaata bakıyor. Sıra sıra dizilmiş, sarı kamyonlar yukarıdan oyuncak gibi görünüyor. İnşaatın olduğu yer eskiden çorap fabrikasıydı, şimdi ne yapacaklar? Bilmiyor.
Diğer yandan; kadının aklı işte aslında, iki planı birbirine nasıl bağlayacağını düşünüyor. Formu birbirine çok yakın görüntüler. İkisi de aynı taraftan geliyor, ikisi de yakın plan. Yakın planlar arka arkaya bağlanmaz. E ama elde başka görüntü yok. Belki görüntüyü ters çevirebilir?! Nesne diğer taraftan gelirse, durumu kurtarabilir. Olmaz, yazılar var, onlar da ters döner. Bu durumda, geçiş için bir efekt bulmak lazım. Düşünmeye devam.
Kadın, kafasında görüntüleri evirip çevirir, efektleri karşılaştırırken, bir yandan da adamları dinliyor ama bunu yaptığının farkında değil. (Aynı anda bi'kaç şeyi dinleyip izleyebilir. Bir çeşit refleks.) (Aslında mesleki arıza.) Adamları uzun zamandır tanıyor, arkadaşları. Genç, sorumsuz ve acemi adamlarken, yetişkin oluşlarını, seneler içinde, birer profesyonel, eş ve babaya dönüşmelerini izledi. Lakin roller değişse de, eski hallerinin izlerini yüzlerinde görüyor. Birlikte çok uzun zaman geçirdiler ve kaçınılmaz olarak, her karşılamada o zamanlara dönüyorlar. Aralarında, kan bağından bağımsız, bir çeşit kardeşlik bağı var. İlk tanıştıklarında hepsi 20’li yaşlarındalardı, şimdi 30 küsur oldular.
Sigaralar bitti. Adamlar hala bebeklerden bahsediyor, kadın iş düşünüyor. Bir an için, bir terslik olduğu hissine kapıldı. Sonra geçti. Adamları orada bıraktı, işinin başına döndü.

Salı, Haziran 14, 2011

Ombudsman, Jabba ve bazı karışık meseleler.

"Ombudsman" sözcüğü aklıma geldiği anda, gözümün önüne Jabba the Hutt geliyor. Bu sözcüğün, kafamdaki görsel karşılığı direkt olarak bu; Jabba. Yeşil, çirkin, huysuz, atıl, kat kat bir yaratık. Bir düşün bak, bana hak vereceksin. Ombudsman=Jabba the Hutt.

İkinci olarak da; kül rengi bir takım elbise giymiş, tepesi kel, beyaz, kısa saçlı, yuvarlak kafalı, kısacık boyunlu bir adamın vesikalık fotoğrafı beliriyor kafamda bi’yerde. Kalın, siyah çerçeveli, eski bir gözlüğü var. Gri, hakim yaka bir gömlek mi yoksa beyaz bir gömlek mi giymiş, emin değilim; değişiyor. Beyaz gömlekli olduğu zaman, siyah bir kravatı da oluyor. Ama düğmeler hep gırtlağa kadar ilikli, kıyafetler hep eski. Adamın kendisi bile, bir eskicide, bi’şeylerin arkasında unutulup tozlanmaya bırakılmış gibi. Güve yeniği adam. Öylece duruyor. Bu adam; adı sanı bilinmeyen, yerel ya da sektörel bir gazetede, bir köşe yazıyor olabilir. Çünkü fotoğraf, bir köşe yazısının sol üst köşesinde gibi duruyor. Tabii ki; gazeteden de, gazetedeki köşeden de hiçbirimizin haberi yok. Adamdan da. Var ama yok, gri adam. (Buna hak vermeyebilirsin, herkesin imgesi kendine sonuçta.)

Konu dağıldı, toparlıyorum.

Ombudsmanı ilk olarak Jabba karşılıyor ve köşe adama devrediyor ama Jabba'yı düşününce, aklıma gelen ilk şey ombudsman olmuyor. Sıra değişince birbirlerini karşılamıyorlar. Ombudasmanın görseli Jabba ama Jabba’nınki ombudsman değil. Jabba=Jabba, şekli şemali belli. Kül rengi adamınsa, konuyla alakası kalmadığından, esamesi okunmuyor.

Demem o ki; zihin denen şey garip çalışıyor. Neyle neyi bağlayacağı, nereden ne çıkartacağı belli olmuyor. Velhasılıkelam; beyin, netameli bir cihaz. Bunu anlatmak istemiştim.

Gazetenin muhtemelen aylık, en iyi ihtimalle haftalık olduğunu söylemiş miydim?
Söylemiş oldum.

Perşembe, Haziran 09, 2011

Karabatakların şifresi.

Hayatta öyle anlar oluyor ki; en az bir Seda Sayan kadar canım arkadaşım olan Julio Cortazar'ın, alıntılamaya doyamadığım sözleri durumlara cuk oturuyor. Yine oturdu. Julio, ne demiştin bebeğim? "Önemli buluşlar en beklenmedik yerlerde ve şartlarda yapılır. Newton'un elmasına bakınız, şaşılacak gibi değil midir? Bana da böyle bir şey oldu, bir iş toplantısının ortasında nedenini bilmeden kediler geldi aklıma, gündemle hiçbir ilgisi yoktu kedilerin- ve ansızın kedilerin telefon olduklarını buldum. işte bu kadar, tüm dahiyane buluşlar böyle olur."
Oldu.
Geçenlerde bir arkadaşımla vapura bindik. Efil efil Kadıköy’e geçerken aval aval etrafa bakıyoruz. (Tabii ki gözlerimizde kocaman güneş gözlükleri var, saçlar savruluyor falan, çok havalıyız.) Arkadaşım karşının taksisi. Alışkın değil denizden Kadıköy yollarına. İşi de evi de Avrupa yakasında olduğundan, ulaşımda karasal iklim insanı. Ama bunun konumuzla alakası yok tabii.
Kadıköy’e yakın, mendirek mi dalgakıran mı nedir, öyle bi’şey var ya, martılar, karabataklar tüneyip mesai yapıyor hani… Oraya takıldı gözümüz. Ben zaten hastasıyım su kuşlarının tek sıra, askeri nizam dizilip, büyük bir ciddiyetle ufka bakmasının. Biz kuşlara, kuşlar ufka bakarken, karabataklardan biri yürümeye başladı. Arkadaşım “ne komik yürüyormuş bunlar ya” diye kahkahayı patlattı. Tam “ay di mi, ne komik kuşlar bunlar” diyordum ki, bir aydınlanma yaşadım. Bir anda evrensel ve kadim bir bilginin zihnime aktığını hissettim. Paylaşmak zorundayım, bu benim sorumluluğum.
Açıklıyorum!
Karabataklar aslında seçilemeyen muhtar adayları. Seçimler yaklaşınca bir anda milyonlarcası türeyen ve seçim sonunda gizemli bir şekilde ortadan kaybolan muhtar adayları, bir sonraki seçimlere kadar karabatağa dönüşüyor. Dikkat et bak karabatakların yürüyüşüne. Ancak bir muhtar öyle yürüyebilir. Kollar arkada, eller belde birleşmiş, göbek ileri, boyun içeri, ayaklar biraz dışa dönük, “v” şeklinde, hafif paytak adımlar, kafa yaylıymış gibi minimal bir salınım halinde, gözler çaktırmadan etrafı izliyor. Bu yürüyüş sadece muhtarlara ve karabataklara has. Sadece kol yerine kanat, ayak yerine pati geliyor, göbek, kafa falan aynı. (Kuşların ayaklarının özel bir adı var mı bilmediğimden pati dedim, idare et.)
Demek ki; canlının formu değişse de özü değişmiyor. Seçilemeyen muhtar adayı karabatak oluyor ve sadece bakmayı bilen gözler bunu görebiliyor. Temiz yürekle bilmek isteyenin, gönül gözü açılır; gönül gözüyle görenler için kainatta sır kalmaz mistik pizzalarım.
Bildiğimi söyleme sorumluluğunu yerine getirmiş olmanın büyük huzuruyla hepinizi gönül gözünüzden öperim sevgili illuminatiler.

Çok önemli not: Gözden öpmenin ayrılık getirmesi kuralı, gönül gözünden öpünce geçersiz oluyor. Endişeye mahal yok biriciklerim.