Perşembe, Şubat 26, 2009

Beni de Alın Oyuna :(

Jonathan dahil hiç birini sevmem ben bu martı familyasının. Bilakis sinir olurum, tedirgin olurum ortalıkta olduklarında. (Yok, manyak değilim.) Saldırgan olduklarını biliyorum bundandır herhalde tedirginliğim. Neyse, mesele o değil.
Bu sabah işe giderken kulağımda sevdiğim şarkılar, mal mal denize bakıyor idim. (Ki günde 2 kere yapıyorum bunu.) Martılar çekti dikkatimi. İlk kez o kadar kalabalık gördüm bu familyayı. Lakin öyle oradan oraya uçalım modunda değillerdi, başka bi'şeyle meşgullerdi. Bu çok rüzgarlı istanbul gününde onlar, o rüzgarla öyle bir eğleniyorlardı ki kıskandım. Resmen oyun oynuyorlardı, gökyüzü parkmış ve rüzgar da parktaki en sevdikleri oyuncakmış gibi. Önce hızlı hızlı kanat çırpıyorlardı oldukları yerde, sörfçülerin dalga beklediği gibi hava akımı bekliyorlardı herhalde. Sonra birden duruyordu kanatlar, aniden ve hızla yukarı ya da aşağı süzülüyorlardı hiç çaba harcamadan. defalarca yapıyorlardı bunu. Çırp çırp çırp dur, hoooop süzül hadi bir daha. Şimdi biraz da aşağı doğru yapalım, hadi tekrar yukarı çıkalım... Arada bir denize dalalım, oh mis, ferahladık, hop haydi bir daha. Çırp çırp çırp, dur, aç kanatları, hooop süzül... Ne eğlendiler, ne eğlendiler...

Ben de bakıp kıskandım martıları, onlardan biri olmak istedim en azından bir süreliğine. O kadar özgür, o kadar pervasız, sadece deniz ve rüzgarla haşır neşir...

Mahallenin sevilmeyen çocuğu gibi hissettim kendimi. Onlar oyun oynayıp deli gibi eğleniyorlardı ben camdan bakıyordum sadece.

Martılar oyun oynuyorlardı, ben kıskandım.

Bu da böyle bir anımdır.

Arz ederim.

Çarşamba, Şubat 25, 2009

Şahsi Tarihte Bugün 10

Şahsi tarihte bugün, ben bardağım. Bazen yarı doluyum bazen yarı boş.

Şerefsiz İnternet

Geçenlerde...
Takside...
Akşamüstü...
Hava buz gibi...

Taksi abisi: İyice açtım kaloriferi, donmuşsundur dışarıda.
Kirpi: Sağolun, gerçekten çok soğuk.
Taksi abisi: Öyle öyle. Ayaz resmen, kar yağar, buz yapar bu gidişle.
Kirpi: Bugün internetten baktı arkadaşım, hafta sonuna kadar yokmuş yağış.

Buraya kadar abi mülayim, muhabbet normal. İnterneti duydu delirdi birden... (Metnin bundan sonrasını çok hızlı, yüksek sesle ve tükürükler saçarak, biriyle kavga eder gibi okuyunuz.)

Taksi abisi: Yalancı o internet. İnternette yazan hiç bi'şeye inanmıyorum, sen de inanma. Bizim hanım da baktı akşam hava durumuna 17 derece diyormuş internet. Bu hava 17 derece mi? Yalancı ya. Bizim oğlan sayısal oynadıydı, intrenet tebrikler kazandınız demiş ama kazanmamış. O da yalan. Şerefsiz internet...

Adam interneti bir birey sanıyor, yalancı ve şerefsiz olduğunu düşünüyor ve kendisine kastı varmış gibi algılıyor. Nasıl bir psikoloji ki bu?

Bu adamlar niye hep bana denk geliyor? Asıl merak ettiğim de budur şu hayatta.

Şerefsiz internet ne ya?

Salı, Şubat 24, 2009

Piyasadaki En Eski Sarışın Benim!

O ne demek lan? dediğinizi duyar gibiyim sevgili o piti pitiler, çünkü ben de öyle dedim. Bu lafı eden kızımız bir zamanlar "show girl" tabir edilen mesleği icra eden, sonradan albüm falan çıkarmış, aslen konservatuar mezunu, keman çalan, bet sesli bir kızımız. Ama eğitimli bir enstrümanist olması falan değil kendiyle ilgili vurguladığı, sarışınlığı. (Üstelik doğuştan sarışın da değil.) Kendisinden önce yüzlerce sarışının geçtiği ve kendisinden sonra daha nicelerinin gireceği bir sektörde böyle bir laf...

Ne acayip insanlar var ya... Bu kafada birinin iş görüşmesine falan gittiğini düşün bi... (Kafalar bi milyon!)

-Neden bu işe uygun olduğunuzu düşünüyorsunuz?
-Çünkü "piyasadaki en eski sarışın benim."

Bunun dilimize çevrilmiş hali şudur;

-Neden bu işe uygun olduğunuzu düşünyorsunuz?
-Anacım saçımı açtıra açtıra peridrolden, oryelden beynim yandı. O yüzden konservetuğardaki eyitimimmiş şeymiş hiç şeyapmıyorum. Piyasadaki en eski sarışın benim. Kendimle ilgili vurgulayabileceğim en önemli şey bu şu an. O yüzden bu işe uygun olduğumu düşünüyorum. Yani aslında genel olarak düşünemiyorum. Zaten o yüzden buraya geldim. Bilişim şirketi di mi burası? Hiç anlamam ben. Düşünebilsem gelmezdim. Aldınız mı beni işe?

Bak işte, yanmış ya kafa... Ne yaptığını bilmiyor.
Te Allaam ya!

Not: Ben de kumralım. (Hem de doğuştan.) Ama hiç lafını etmedim bu zamana kadar. Sadece sanatımlan anılmak istiyorum.

Balyajlı günler dilerim.

Pazar, Şubat 08, 2009

O değil de...

...Şalgam haşlanırken mısır gibi kokuyor.

Severek İzliyorum 2

İnsanları izliyorum ya, çok enteresan ifadeler görüyorum yüzlerinde. Bu ifadelerin en enteresanlarından biri de "parklardaki aletlerde spor yapan ev kadını ifadesi" benim nazarımda.
Bu kadınlar öyle bunalmışlar ki kocaydı, çocuktu, evdi, geçimdi türü şeyler ve aktivitelerden, kendilerine ayırabildikleri zaman o kadar sınırlı ki... Sabahları konu komşu kadınlar toplanıp parka gidiyorlar. Bir yandan aletlerin üzerinde acemice debelenirken bir yandan sanki evde gün yapıyormuş gibi muhabbete dalıyorlar. Ama yüzlerindeki ifade oyun oynayan bir çocuğun ifadesi. Görünüşte kadın, içinde bir yerde hala kız çocuğu. Senelerdir çocuklarını, onlar büyüyünce belki torunlarını oynamaya götürdükleri, ya da imkan varsa çaylarını, böreklerini kapıp oturmaya gittikleri parklarda kendilerinin de oynayabileceği oyuncakları bulmuşlar ya... Öyle tatlılar, öyle mutlular ki o an, gıptayla bakıyorum.
Sadece o an için hepsini kendi annemmiş gibi seviyorum.

Severek İzliyorum 1

Severek izlemek sevdiğim bir eylemdir. (Televizyon hariç. Onu ne seviyorum ne de izliyorum.) Severek izlemekten ziyade izlemeyi sevmek mi demek lazım acaba? Neyse... Öyle aval aval bakarım ben etrafta ne oluyor diye. Seyir halindeki araçların camlarından izlerim, yemeye-içmeye gittiğim mekanlarda olduğum yerden izlerim, yürürken izlerim... İzlerim, tahmin ederim, kendi kendimi dahil ederim konuşmalarına falan...
Geçen yine izliyorum, seyir halindeyim sabah işe giderken... Çok ama çok dar alınlı bir kadın gördüm. Hayatta en şaşırdığım şeylerdendir dar alın. Alnı o kadar dar ve saç çizgisi burnuna o kadar yakındı ki empati kurunca beynim kaşındı kadının saçlarından. Bir de böyle garip bir üçgen oluyor dar alınlı insanların saç çizgisi, bakınca üstüme çığ düşüyor gibi oluyorum. Yüzlerindeki bütün uzuvlari minnacık bir alanda sıkışmış gibi... Ağız, burun, gözler birbirine o kadar yakın ki mesela bi'şey yemek istese, yanlışlıkla gözleriyle burnunu yutacak gibi...
Bir de beyinlerini düşünüyorum, sanki sıkışırmış gibi geliyor bana. Alan dar ya...
Tedirgin oluyorum.

Cuma, Şubat 06, 2009

Saç ça Pör fekdey...

Sabah yataktan "ooeehhbeeeüfff" diye söylenmek suretiyle kazınarak kalkmam gerekmesine rağmen, dışarı çıkıp güneşi görünce neşeyle doldum, sevinçle taştım hayatımın manası günlük. Adeta "müzikallerde tıppıdı tıppıdı mutluluk dansı yapan gamsız insan" gibi oldum. Ajda Pekkan'ın eski şarkılarıyla koşup oynamak istedim sokaklarda ama hanımefendi kişiliğimden asla ödün vermedim. Sakin sakin yürüdüm, görünüşü kurtardım. Ama içimde sapıttım inanır mısın? Kendi kendime ne eğlendim, ne eğlendim.
İnsanın güneşi görünce çıldırması ne tuhaf. Hele de kışın ortasında sürpriz yumurta olunca...
Bütün gün kafamda bir şarkı döndü durdu;
Saççaaa pörfekdeeeeyyy dibidibidibidiiiiii saç ça pörfek'deyyyyy dibidibidibidiiii....

Perşembe, Şubat 05, 2009

Herpes Simplex Strikes Back

Normal evimde kedi besleyemediğim için canevimde beslediğim herpes simplex virüsleri yine saldırdı. Nankörlüğün bu kadarına pes. Sen barınak ver, besle, büyüt... Bunlar ilk fırsatta ağızdan burundan pörtlesinler. Bakamıyorum diye cami avlusuna da bırakamıyorum...
Allah hayvanın bile hayırlısını versin anacım.
Bugün de derdim bu.