Cuma, Şubat 18, 2011

Sen hiç tecavüze uğramış bir kadın gördün mü?

Sen hiç tecavüze uğramış bir kadın gördün mü? Ben gördüm. Hem de çok. Hiç tahmin etmediğim kadınlardan korku hikayeleri dinledim; ağzım bir karış açık, gözlerim dolu dolu. Kolay değil anlatmaları. Ya çok sarhoş olduk anlattılar, ya laf lafı açtı, artık içlerinde tutamadılar.
Öyle bir dehşet ki yaşadıkları, anlatırken nefes alamıyorlar. Senelerdir tanıdığım, sık sık gördüğüm, beraber gülüp, ağladığım, yediğim, içtiğim, gezip, eğlendiğim, bi’şeyler paylaştığım kadınlar. Tecavüze uğramışlar! Sokakta ellenmekten, minibüste, otobüste sıkıştırılmaktan bahsetmiyorum. Bildiğin tecavüz. Üstlerine abanılmış, kolları bağlanmış, bacakları açılmış, içleri parçalanmış. Fiziken de ruhen de.
Kimi tanımadığı birilerinin tecavüzüne uğramış, kimi patronunun, arkadaşının, akrabasının, aile dostunun hatta öz abisinin. Bir arabada, bir ara sokakta, kendi evinde, kapatıldığı bir başka evde, gece, gündüz... Küçücük kızmış, ergenliğe yeni girmiş, koca kadınmış… Tecavüze uğramış!
İçlerinden çok azı birilerine söylemiş, polise gitmiş. Gitmiyorlar. Gidemiyorlar. Kimi sevdiklerim üzülmesin, tatsızlık olmasın, sevdiğim kimsenin başı belaya girmesin diye sesini çıkartmamış, kimi kendisini suçlu ve kirli hissetiğinden. Düşünebiliyor musun? Bir insana yapılabilecek en korkunç şeyin kurbanısın ve kendini suçlu hissediyorsun. Böyle hissetmek için ne kadar incinmiş, ne kadar korkmuş olman gerekir? Ki düşün, İstanbul’dayız. Bahsettiğim kadınların hepsi şehirli, okumuş, kariyer sahibi, bilinçli kadınlar. Onları bile böyle sindirebiliyorsa, küçük bir kasabadaki, bir köydeki kadını düşün. Kurban olduğu halde suçlu sayılan, orospu damgası yiyen kadını. Birine bi’şey söylese, erkeğin elinin kiri, kuyruk sallamasa olmazdı diye kendi cinsi tarafından ihanete uğrayıp erkeğin suçu örtbas edilirken, çektiği eziyetin üstüne yenileri eklenen kadını düşün. Hayatı cehenneme dönen, asla güvende hissedemeyen, sürekli kabuslarla boğuşan, kendi içine hapsolup aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayan kadınlar hepsi. İster ailesine ya da polise sığınmış olsun, ister kimseye bi’şey söylememiş. Bu kadınlar bu yaraları ömür boyu taşıyorlar. Hepsi etinde canlı, içinde ölü kadınlar. Baş edebilmek için kendince yöntemler bulan kadınlar. Kimi kendisine dokunulmasına tahammül edemiyor, yalnız kalamıyor, kalabalığa giremiyor, kimi tamamen hissiz, önüne gelenle yatıyor.
Bu konu her açıldığında, özellikle bir hikaye hep çınlar kulaklarımda; çocukluğundan itibaren abisinin tecavüzüne uğramış bir kadın, ta ki abisi ölene kadar. Aynen anlatıyorum: “Abim bana ilk tecavüz ettiğinde ilkokula gidiyordum. Kıpırdayamadım, ne yapacağımı bilemedim, canım çok yanıyordu, çok korkmuştum. Anneme söyledim, beni dövdü, abime tek kelime söylemedi. Bu böyle senelerce devam etti, artık anneme bi’şey söylemiyordum, annem de görmezden geliyordu. En son bir gün, abimin işi bittikten sonra evde yalnız kaldım. Yıkandım, çırılçıplak aynanın karşısına geçip saatlerce kendime baktım ve dedim ki; madem beden benim bedenim, başka birinin beni incitmesindense ben istediğim gibi kullanırım. O günden beri önüme gelenle yatıyorum. Madem bu iş olacak, benim rızamla olsun diye. Tamamen hissizim. Her seferinde abimi anıyorum, ondan intikam alıyorum. Abim öldükten sonra bile, soyunurken “abi bak, görüyor musun neler yapıyorum” diye abimle konuşuyorum. Çünkü biliyorum ki ölse de etrafımda, her şeyi görüyor. Görsün.”
Bana bunları anlatan kız, o sırada liseyi yeni bitirmiş, üniversiteye hazırlanıyordu. Abisi öleli 3-4 yıl olmuştu. Küçücük bir kızın o hale nasıl gelebildiğini, nasıl o kadar sağlıksız düşünebildiğini anlayabiliyor musun? Koyabiliyor musun kendini o kızın yerine. Küçücük ya. Zayıf, incecik bir kız bedeni; içinde kocaman, yaralı bir kadın. Hiç o kadar çaresiz hissetmemiştim kendimi. Ne bi’şey söyleyebildim, ne yapabileceğim bi’şey vardı. Tırnaklarım elime batmış dinlerken, farkında bile değildim. Daha ne hikayeler dinledim. Anlatırken bile dayanamıyorum, yaşayanı hiç düşünemem.
Çoğu şeyi anlarım, hayatta olmaz diye bi’şey olmadığını biliyorum. Her şey olur ve birazını anlamam, bir kısmını anlarım. Hırsızlığı anlarım mesela. Açsındır, çaresizsindir. Birini öldürmeyi bile anlarım. Kendini savunuyorsundur, sevdiğin birini korumaya çalşıyorsundur, hepsini siktir et, cinnet getirdin, delirdin, karşındakini şeytan sanıyorsundur, öldürürüsün. Cidden anlarım. Ama tecavüzü anlayamam. İşlenebilecek en ağır suçtur tecavüz. Sadece bir bedene zarar vermek değil, bir ruhu parçalamaktır. Bir insana ömür boyu taşıyacağı yaralar, kabuslar vermektir. En mahrem saldırıdır. Birini öldürsen, ölen zaten öldü, kalanların acısı bir süre sonra bir şekilde küllenir. Ama tecavüz demek ömür boyu dehşet demek. Anlayamam. Nasıl yaparsın ya? Nasıl yaparsın? Birinin çığlıklar attığını, çırpındığını göre göre nasıl yaparsın? Ki kurbanlar sadece kadınlar değil. Kadınlar ön planda ama erkekler, çocuklar, hayvanlar hemen her türlü canlı nasibini alıyor bundan.
Sonra benim güzel ülkemde kanunlar çıkar. Tecavüzcü kurbanıyla evlenebilir mesela. Böyle bir kanunu teklif ve kabul edebilmek için ne kadar manyak olmak gerekir? Bir insanın hayatı boyunca yaşayabileceği en korkunç şeyi yaşatan “insan”la kurbanı aynı çatı altına sokulabilir. Nasıl yaparsın? Katili de maktülle evlendir o zaman, suçu affolsun?!
Yine aynı güzel ülkemde diziler çekilir, dizideki kurbanın bebeği çıkar, maktülün içkisi yok satar, üstüne türlü şakalar, komiklikler yapılır.
Yeter mi? Yetmez.
Profesörün biri çıkar, der ki; sorunun odağı kadın. Neymiş? Dekolte giyerse suçun ortağı olurmuş. Hayır efendim. O kadın isterse çırılçıplak gezsin, kimse bi’şey yapamaz. Kendi istemediği sürece, hiçbir insanın bir diğeri üzerinde öyle bir hakkı olamaz. Bunu savunabilen insan en amiyane tabirle sapıktır. Değil birilerini yetiştirmek, insanlardan uzak tutulması gerekir. Bu işin prosedürünü bilemem, ama bu adam hakkında inceleme, soruşturma falan yeterli değil direkt olarak suç duyurusunda bulunmak elzemdir. Bu adam mevkisini kötüye kullanmakta, suça azmettirmektedir.
Sen hala hadım etmek etik mi değil mi diye tartış. Bu suçu işleyen; kadın, erkek her kimse, her türlü ceza revadır. Hadım et, ilaç bas, ömür boyu çeksin. Çünkü kurbanı; kadın, erkek, çocuk, hayvan; ömür boyu çekiyor. Ver hormonu, memesi mi çıkıyor, ne oluyorsa, her gün biri atlasa ben gelir kollarından tutarım. Sen mantıklı, insani tepki ver. Ben veremiyorum arkadaşım, kimse de kusura bakmasın.
Kendini koy onların yerine, belki anlarsın.

Çarşamba, Şubat 16, 2011

Çantam benim dünyam.

Bilgisayarımı her yere taşıdığım için ona göre bir sırt çantası almıştım, nereye gitsem peşimden sürüklüyordum. Çünkü taşıması kolay. Bir de ne zaman nerede olacağım belli değil. Yerine göre; bi'kaç betacam, bazı dvdler, harici hard diskler falan taşımak zorunda kalıyorum. Rahat oluyor.
Ama sıkıldım haliyle. Dedim ki; her yere kaplumbağa gibi gidiyorum, sırtımda koca çanta. Sırt çantamı kız çantasıyla değiştireyim. Arada topuklu falan da giyiyorum, iyice rüküşlük.
Neyse...
İçindekileri başka bir çantaya aktarmak üzere çantamı boşalttım, şunlar çıktı;
1 bilgisayar ve şarj kablosu, telefon şarjı, 1 mp3 çalar, 3 kulaklık, bir bağlantı kablosu, 6 kalem pil, 3 defter, 5 kalem, 1 kitap, 2 paket sigara, 1 çakmak, 3 ruj, 2 lipstick, 1 oje, 2 el kremi, 1 Bephanten plus, 1 kutu ağrı kesici, 1 kutu Alka Seltzer, 1 kutu D vitamini, 1 inhaler, 1 paket sakız, 1 Canderel, 3 paket kağıt mendil, 1 küçük bozuk para çantası, 1 cüzdan, anahtarlar, 1 lolipop, 1 paket Haribo, 1 şişe su, 1 güneş gözlüğü, 1 kemer, 1 şemsiye, 1 bileklik, 1 toka, 2 çift eldiven, 1 bere, 1 ufak bakım çantası, ufak tefek not kağıtları...

Bunlar sabit.

Ara ara makyaj çantası, yedek giysi vs. de giriyor bu kadar şeyin yanına. Meğer benim de süper gücüm buymuş, dünyayı sığdırabiliyormuşum çantama.

Ben de çantam neden ağır diyorum.

Salı, Şubat 08, 2011

Genç Gökçe'nin Acıları ve Şiire Dair

Bazı şarkıların arasına şiir sokuşturuyorlar ya, niye yapıyorlar onu? Şarkı dediğin zaten şiirin müziklisi değil mi? Bir de araya neden ekstra şiir kastırıyorsun? Dünya üzerindeki en şahane şarkı olsa, aradan şiir çıkınca sinirden seyirme geliyor bana. Zaten şiire bayılan biri değilim. (Biliyorum, çok ayıp.) Zaten sevdiğim şiir ve şair sayısı bir elin parmakları kadar. Zaten biri bana bi'şey okumaya kalkınca sinir oluyorum. Hele ki şiir... Herkes pek meraklı ama çok nadirdir şiir okuduğu zaman zevkle dinlenecek insan. Bir de düşün, Sunay Akın sendromlu fantazi-popçu şarkı arasında şiir okuyor. Delleniveriyorum. Ama sebebi var!
Lise hayatım boyunca zorla okul korosunda yer alma talihsizliğini yaşadım. Bayram, seyran, yas, anma biz hep sıra tepelerinde mıy mıy mıy şarkılar, marşlar...
Başlarda her şey normaldi. Çıkıp, günün mana ve ehemmiyetine göre, artık Atatürk'ün sevdiği şarkılar mı olur, yaşasın yimmiüş nisan mı olur, menüde ne varsa onu söyleyip dağılıyorduk. Ta ki o melun 10 Kasıma kadar. Zaten gün boktan gün, hepimiz üzgünüz. Bir de hava buz, üstümüzde incecik formalar, götümüz donuyor.
Tırmandık yine platforma, "Atatürk Marşı" söylüyoruz, ağır ağır, hisli hisli. Biz "İstiklal Savaşı'nın en büyük kahramanı..." diye girdik marşa, arkadan biri kükredi. "İSTİKKKLAAAAĞĞLLLL SAVVAŞŞINIIIIAIĞĞĞĞNNN..." diye. Bir anda hepimizin kalbi durunca haliyle detone olduk, bir takım miyklemeler duyuldu. Fakat çabuk toparladık çünkü şov mast go on.
Yapılır mı lan delişmen ergene öyle şey? Baştan söylesenize "siz Atatürk Marşı söylerken sinsi edebiyatçı arkadan şiir çemkirecek" diye. Ben zaten dünyanın en dalgın, en boş bulunan adamı, hık dedi gittiye meyyal insanıyım. Saçım yüzüme değse aklım çıkıyor. Bir de içeriye öğretmen saklayıp mikrofona kükretiyorsunuz. Önceden haber versenize "çocuklar mikrofon meraklısı örtmeniniz de şiyir okuycak siz marş söylerken, aklınıza mukayyet olun, korkudan ölmeyin" diye. Söylemediler. Neyse, biz söyledik marşı, hoca arkadan çemkirdi. Diğer şarkıları çemkirmesiz söyledik, kazasız belasız, can kaybı olmadan bitti tören. Ama o travma kaldı tabii, genç ruhlar bi' zedelendi.
O yüzden şarkının içinde şiir duyunca bi' geriliyorum ben. Yapmayın öyle.
Bu yazıma son verirken, Orhan Veli'nin ellerinden, okuyanların gözlerinden öper; hepinize esenlikler dilerim cinaslı kafiyelerim.

Gözlem yaptım, yer misin?

Bugün de yeni bir gözlemle karşınızdayım Faberge yumurtalarım. Hemen anlatıp gideceğim.
Klasik Batı Müziği eğitimi alıp şarkıcı olanlar: Okuldayken başka müzik dinlemelerine izin verilmediğinden olsa gerek, ya yerli malı popun en sikko örnekleriyle karşımıza çıkıyorlar ya da robot olup sıfır hissiyatla şarkı söylüyorlar.
Klasik Türk Musikisi eğitimi alıp şarkıcı olanlar: Bu alanda eğitim almış olanların hançeresinde alaturkalık baki kalıyor. Ne tür söylerlerse söylesinler o tını hissediliyor.
Türk Halk Müziği eğitimi alıp şarkıcı olanlar: Bu grubun durumu bana en ilginç geleni. Türleri birbirine karıştırmadan, her şeyi hakkıyla söyleyebiliyorlar.

Gözlemler bitti, doymadıysanız peynir ekmek yapayım.

Pazar, Şubat 06, 2011

Düşünce üstüne düşünmemeler

Daha önce 1-2 kere düşünmüştüm, hiç hoşuma gitmemişti. Düşünmenin hiç iyi bi'şey olmadığına kanaat getirip bir daha yapmamaya karar vermiştim. Heyhat, makus kader bana oyunlar hazırlarmış da bilmezmişim. Bugün yine, kazara düşünüverdim. N'oldu? Sinir olduğumla kaldım bir de üstüne başım ağrıdı.
Düşünsene; (lafın gelişi dedim, düşünme.) ne bela varsa düşünmekten geliyor lan insanın başına.
Konumuz insanlık ve düşünce tarihi olduğu için evrendi yaratılıştı girmeyeceğim. Olaylar burada (Dünya) geçiyor. Madde madde açıklayacağım ki, düşünmek zorunda kalmadan kolay anla. Bu benim sana bir kıyağım olsun.
1-Aklıevvelin biri çıkıyor ve diyor ki; "Düşündüm de ilksel çorba, inorganik ortam nereye kadar? Bence organik olalım." Hop, oldu mu sana aminoasitler falan? Oradan tek hücreydi, çok hücreydi al sana bir sürü canlı, suyun içinde kımıl kımıl bi'şeyler.
2-Bunların biti kanlandı ya, yetmiyor. Yine bir cin yavrusu çıkıyor, diyor ki; "Lan! Düşündüm de; böyle suyun içinde dura dura götümüz başımız pörsüdü, yürüyün lan karaya çıkalım. Bir müddet sürüngen takılıp, ağaç falan yapar, maymun olur ağaca çıkarız. Sonra ağaçtan ineriz homo habilisti, erektustu yürürüz. Daha sapiensi var, neanderthali var, geze geze insana doğru gideriz.
3-Bir kere kollar, bacaklar çıktı ya, aşk olsun tutabilene. Yine birinin kaşıntısı tutar; "Düşündüm de avcılıktı, toplayıcılıktı güzel, mağara ortamları şahane, göçebelik çok havalı ama biz su kenarı bi'yerlere yerleşelim. Çoluk çocuk perişan." Yerleşmeye başlıyorlar. İçlerinden biri diyor ki: "Abi tamam yerleşiyoruz da, her yer aynı değil. Soğuk yerlere yerleşenler sarışın, beyaz tenli olsun, sıcak yerlere yerleşenler koyu renk olsun. İleride canımız sıkılırsa kapışırız." (Önden veriyor sinyalleri yavşak. Pis ırkçı.)
4-Gezmeye alışık adam yerleşince rahat durur mu? Rahat batıyor birine, diyor ki: "Abi buralar bana çok dar gelmeye başladı. Yan tarafa saldıralım, oralar da bizim olsun. Hem karılı kızlı ortamlar var, takılırız." Giriyorlar birbirlerine.
5-Sürekli bir kavga dövüş, insanlar telef, darlanıyorlar. Birinin aklına parlak bir fikir geliyor: "Düşündüm de; herkes birbirine dalıyor. Birbirimizle anlaşıp alanlarımızın etrafını çevirelim, adına da şehir diyelim, ülke diyelim bi'şey diyelim, sınırlar belli olsun." Yapıyorlar. Bir süre ortalık süt liman, ama canları sıkılıyor.
6-Bir gün yine canları sıkılırken içlerinden biri patlayıveriyor: "Abi ben çok sıkılıyorum. Sıkılınca düşündüm, süper fikrim var. Yaradana biz Allah diyelim, öbürleri Tanrı desin, diğerlerleri başka isimler versin. Temelde aynı şeye inansak da adı farklı diye birbirimize girelim. Hem onu bahane eder mal, mülk, toprak yaparız." Yine bir arbede.
7-Gel zaman, git zaman artık inanç mevzusunu da kimse yemiyor. Ama hep birileri düşünmeye devam ediyor. Aman bizim elçinin kafasını kestiler, vay bizim kıza yan gözle baktılar, yok onların kraliçesinin memesi bizimkinden büyük, ay doğal kaynaklara girelim, olmadı demokrasi götürelim... Böyle devam ediyor. Üstü örtülü ya da aleni; hep bir savaş, hep bir kaos.
Düşünmek insanlığın başına hep bela getiriyor işte. Ki ben sadece en belirginlerini yazdım. Daha arada bi' ton olay var, yöresel lezzetler, kişisel felaketler var... Halbuki düşünmesen; hayat mis, her gün bayram.

Bir sınırlı konsantrasyon kapasitemin daha sonuna geldik. Sıkıldığım için yazıyı burada bitirip evin içinde koşturmaya gidiyorum. Hepinizi gözlerinizden öpüyorum biriciklerim.

Contortion Trainingmiş Diyolla.



Bunu gördüm, afalladım. Normal, bildiğin kız çocuğundan garip garip bi'şeyler yapıyorlar. Kavramsal sanat mı ne bu şekiller? Kız çocuğundan origami mi yapıyorsunuz? N'apıyorsunuz lan çocuğa?

Giden gitti, vah kalana.

Aslında bu konuda yazmayacaktım, kararlıydım. Herkes yeterince konuşuyor, fikir beyan ediyor, söylediğimiz her şey ters tepip birilerine prim olarak geri dönüyor diye düşünüyordum ama dayanamıyorum. Öyle bir haksızlık, öyle bir ahlaksızlık var ki ortada, neredeyse fiziksel bir acı veriyor. "Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil" demiş ya Fuzuli; tam da öyle hissediyorum.
Defne öldü.
Herkes için büyük şok. Tamam, her ölüm erken ölüm, kimseye yakışmıyor ama bazılarına hiç konduramıyor insan ölümü. Defne için durum buydu. Hep kıpır kıpır, hep neşeli, bedeninden yaşam ve kahkaha fışkıran genç bir kadın. Hep öyle gördük onu. O yüzden ölüm bizi gafil avladı.
Ama asıl şok o değilmiş meğer. Daha ölümü sindirememişken, ölünün arkasından dalga dalga gelen yorumlar hepimizi şoka sokan.
Her ölümün arkasında bir skandal, bir pislik arayan akbaba refleksli medya, dakika 1 gol 1 kabilinden bir hareketle "uyuşturucu mu, alkol mü?" diye açılışı yaptı. Kendinden, kendi içinden olanı harcamaya çekinmeden.
Şimdi, burada bir dur. Alkolü geç, hepimiz içiyoruz kimseye de bi'şey olmuyor. Aklını, mantığını kullan. Daha yeni anne, bebeği var ve emziriyor. Uyuşturucu kullanır mı?
Çok sinirlendik. Ama alkol, uyuşturu muhabbeti bi'şey değilmiş. Meğer başka iğrençlikler varmış birilerinin bağrında. Ortaya dökmekten çekinmediler, hepimize pislik bulaştı.
Vay efendim evli kadının gece dışarda işi neymiş, madem hastaymış niye içmiş, bekar adamın evinde ne işi varmış, kocasını mı aldatıyormuş? SANA NE? Ne yaptıysa seninle mi yaptı, sana mı yaptı, sana ne? Sana giren çıkan ne? Çok mu soru sorasın var? O "kerata"nın neden ambulans çağırmak yerine sokakta koşturduğunu sor. Kurtarılabilecek bir hayatı neden harcadığını. Farz et ki; orospunun önde gideni, alkoliğin, keşin bayrak tutanıydı. O zaman müstehak mı sayılır gencecikken canından olması? Ne ahlaksızlığı kaldı ölenin, ne dinsizliği-imansızlığı. En çok öne çıkanlar, taşakları büzüşmüş bir ihtiyar tekeyle bir adet din kardeşimizin yazdıkları. İçindeki pisliği kusup, gençlerin önüne böyle bir kadın rol model olarak getirilir miymiş diye soruyor. Kim rol modeldir bu kadın dedi ki? Kendisi mi dedi, biz mi dedik? Kim dedi? Sen misin gençlere örnek olacak olan? Ahlakın, dinin, terbiyenin en basit, en temel kurallarını hiçe sayıp; ölünün, kendisini savunamayacak olanın arkasından atıp tutarak mı örnek oluyorsun? Bu mu senin ahlakın, bu mu senin dindarlığın? Senin kutsal kitabın, peygamberin hep aynı şeyi söylemiyor mu? "Ölünün arkasından konuşmayacaksın, gıybet yapmayacaksın, her günah affolur ama kul hakkıyla karşıma gelmeyeceksin." Çok dindar pek ahlaklı kardeşim, bilmez misin ki gıybet kul hakkı yemeye girer, sen dünya malı için vazgeçtin ahiretinden?! Ölünün arkasından konuşmak ölene zaten dokunmaz da geride kalanları incitiyorsun. Bu mu senin yere göğe sığdıramadığın insanlığın? Yaşayış biçimini onaylarsın, onaylamazsın, ayrı. Giden gittikten sonra sana çeneni kapatıp bir Fatiha okumak düşer.
Gencecik bir anne, bebeğini bırakıp gitmiş. Bir başka anne bebeğini toprağa vermiş. Aşık bir adam, ki ihtiyar teke yere göğe koyamaz aşkı, sevdiği kadını kaybetmiş. Kendini koysana onların yerine. Çok sevdiğin birini bir çukura koyup üzerini toprakla örtüyorsun ya, var mı ötesi?
Kimsenin derdi kimseyi azize ilan etmek değil. Doğrusuyla, yanlışıyla bir hayat yaşandı ve zamansız bitti. Öncesinde olan, biten muhatabını ilgilendirir. Asıl problem birilerinin kendi onaylamıyor diye, hayatını kendi bildiği gibi, kimseye dokunmadan, kendi halinde yaşayan insanları tam da bu yüzden harcayabilmesi. Defne kimseye kendi yaşam biçimini dayatmaya çalışmadı ama sen bunu yapıyorsun. Ölene, kalana, kalanın yasına zerre saygı duymadığın gibi, prim yapmak için ölü eti çiğnemekten çekinmiyorsun.
İşte hepimizin derdi bu canım kardeşim. O yüzden şimdi; Defne'yi hiç tanımadığı halde içi yanan milyonlarca insanın ahıyla beraber; o çok üstün, çok değerli ahlakını, kemiksiz dilini ve ayarsız kalemini alıyor, nerene sokuyorsan sokuyorsun, Defne'yi de, ardında bıraktıklarını da rahat bırakıyorsun.
Kapiş?