Cuma, Ağustos 27, 2010

Kediyi merak öldürür!

Biri “bir yazar için hayatta en korkunç şey boş/beyaz sayfadır” gibi bir laf etmiş ya… (Hatırlamıyorum kimin söylediğini, ama meşşur bir yazar bunu söyleyen.) Yalan o. En korkunç şey yazmaya başlayıp kıçını toplayamadığın şey. (Ya da ben meşşur veya gayrimeşşur bir yazar (hatta yazar) olmadığım için bunu kaba etimden uyduruyorum.) Lakin benim için böyle. Boş sayfadan hiç korkmuyorum. (Palyaçolardan bir de sakin ve alçak sesle konuşan insanlardan çok korkuyorum. Ama onlar sayılmaz.) Boş sayfa dediğin negzel bi’şey. Beyaz böyle, pırıl pırıl, mis gibi temiz. Hiçbir şey yapamasan origami diye bi’şey var hayatta, katlar katlar kurbağa yaparsın.
Ama üstüne bişeyler yazıp devamını getiremediğin sayfa öyle değil. İnsanın sırtında kambur gibi, notırdamın hörgücü gibi bi’şey. Atsan atamıyorsun, satsan satamıyorsun. Bir çeşit hayırsız evlat, bakamasan da, sözünü geçiremesen de doğurmuş oluyorsun bir kere.
Benim de derdim budur şu hayatta. Kafamda zaman zaman sözcükler, cümleler hatta abartıp paragraflar beliriyor ama hikayenin tamamını göremiyorum. (Ki kedi gibi meraklıyım, çok merak ediyorum her hikayenin sonunu. Hikaye benim hikayem lan, nasıl bilmem sonunu? Gayet bilmiyorum işte.) Göremedikçe takıntı haline geliyor, iyice kilitleniyor mevzular. Düşünsene kafanın içinde sürekli aynı şeyleri söyleyen sesler olduğunu. Bi’şeyler anlatmaya başlıyor ama her seferinde başa dönüyor. Ne kadar tahammül edebilirsin? Koy bi kendini benim yerime. Koyamadın değil mi?
Ama inançlıyım, (ki inanmak başarmanın yarısı) kafamda belirip duran o cümleler, paragraflar falan aslında birbirinden bağımsız görünse de bağlantılı ve hepsi bir gün sıraya girip “aha da bizim sıramız budur, bir kağıda döküver bizi” diyecek. İşte o zaman kahraman askerin düşmanı denize döktüğü gibi ben de kağıda dökeceğim hepsini!

Perşembe, Ağustos 26, 2010

Fahri TDK ve Yeni Sözcükler 7

Bugün tanımla beraber biraz da etimolojiye gireceğiz kremalı patateslerim. Çünkü bazen tanımlar yetersiz, kelimeler kifayetsiz...

Dokuz: Bir sayı olarak bilinse de aslında kadim zamanlarda nargileler, henüz canlıyken, böyle gülerdi. O yüzden "nargile kahkası" diye tanımlayabiliriz. (Sayıyla 9)

Efsane der ki; çok ama çooooooooook eskiden nargileler kısa boylu, tombalak ve neşeli bir halktı. Sık sık birbirlerine sulu ya da korlu şakalar yapar ve beraberce "dokuzdokuzdokuzdokuzdokuzdokuzdokuzdokuzdokuz " diye gülüşürlerdi. (Tüm kabile aynı anda gülerdi, evet.) Fark ettiniz mi bilmem, ama dokuz tane dokuzu birbirine bitişik şekilde yazdım çünkü nargileler gülünce çıkan ses tam olarak buydu. Dokuz sayısı da buradan gelmektedir. Hep aynı sayıda ses çıkarttıkları için o sayıya dokuz adı verilmiştir. Sonra bu garip şaka anlayışlarından dolayı nargilelerin soyu yavaş yavaş tükenmiş lakin uzaktan akraba oldukları "pikniktüpüebatlarındakimuhtaremmi" ırkı bu mirasa sahip çıkmıştır.

Yeni bir tanımda yeniden görüşmek üzere sevgili atosportosaramislerim.

Dil Kültürü ve Laklak Bilgisi

Ayrı yazılması gerektiği halde bağlaç olan "de"ler ("Dahi anlamındaki de" olarak da bilinir camiada.) ve "ki"ler, (Bunun lakabı yok, yazık :( Ağlamıyorum, gözüme bağlaç kaçtı. ) efendime söyleyeyim soru eki "mi"ler (Soru eki mi?) (Bak, ayrı yazdım.) hep bitişik yazılıyor ya... Hah, ona feci takığım ben. Bitişik yazılması gereken hal eki "-de", ilgi eki "-ki" (ekikiekiki) falan da ayrı yazılıyor mesela zaman zaman. Ona da delleniyorum. (Boş İşler Daire Başkanlığı kadrolu dellenmeçler arıyor!) Lakin sakin kafayla düşününce ikizlerin birbirine karışmasını doğal buluyorum. İnsanlar neyi neden ayrı yazmaları gerektiğin bilse kötü ikiz öbürünün yerini alamaz. O yüzden dev hizmetlerime bir yenisini ekleyip neden ayrı yazılmaları gerektiğini açıklamaya karar verdim.

Dahi anlamındaki de: Adı üstünde, (Bak bu bitişik mesela.) "dahi", o yüzden halktan kopuk, kibirli. (Bildiğin götü kalkmış, fazılsay olmuş.) Kendisini bu sebeple uzak tutuyor, ayrı yazılmakta ısrarcı.

Örnek cümle;
Sen de mi Brütüs? (Kayahan'dan Sezar için geliyor; Sen de mi aklıma sığmıyor sen de mi? Demek bana yine hüsran bana yine hançer var temalı eser, sonradan sözleri değiştirilip "Esmer günler" ismini almak suretiyle Nilüfer tarafından seslendirilmiştir.)

Sende mi Brütüs? (Bak burada "de" bitişik. Neden? Sezar hançerini kaybetmiş, Brütüs'te olup olmadığını soruyor. Brütüs "nerede çıkardıysan oradadır" diyor, gidip bir bileyci buluyor ve hançeri Sezar'ın sırtına ekliyor. O yüzden bitişik.)

Soru eki mi: Bu "mi" aslında bir nota olduğu için ayrı yazılır. Do Re (Mi tek kullanımlıktı, ilk cümlede kullandım, bitti.) Fa Sol La Si de nota ve ayrı yazılıyor mesela, ama "Sol"le soru soramazsınız.

Cümle kurayım hemen;
Evi mi sattın? (Bi soru sordum! Ayırdım "mi"yi.)
Evimi sattın. (Tespit yaptım burada, ayırmıyorum.) (Muhatabım hayali evimi benden habersiz sattığı için bacaklarından ikiye ayırdım o ayrı.)

Bağlaç olan "ki": Bunda kural basit. "Öyle ki", "böyle ki" derken ayrı, (Çünkü bağlaç bu, iki şeyi birbirine bağlıyor, onçün ayrı. (Bağladığı için ayrı olması biraz ironik geldi birden.) Kendi bağlı olsaydı bağcık derdik, bitişik yazardık.) "ebeninki " derken bitişik yazıyorsun, çünkü bu iyelik eki. (Hayır, "eki"deki ki ayrı yazılmaz.)

Bu konuda şahsıma ait bir şiiri örnek vermek istiyorum ki zaten daha önce "Şair oldum" başlığı ilen bilokta şe'yapmıştım. (Bak, bağlaç olarak kullandım, ayırdım.)
"Ayri yazılsa "belki"deki "ki",
Hem bağlac olsa hem iyelik eki."

Bir bol parantezli yazının daha sonuna geldik biriciklerim. Huzurlarınızdan ayrılırken ben ve kafa sesim size esenlikler dilemekten çekinmeyiz.