Cumartesi, Şubat 25, 2012

Belki de...

Belki de kurt sürüye dalar ve bir tek sürüden ayrılan kurtulur. Niye tüm tencere varken porsiyonla yetinsin ki? Üstelik kurtlar da sürüler halinde yaşar, bir porsiyon kime yeter? Mantıksız.
Sürüye kurt saldırdı, sürüden ayrılan kurtuldu ve bunu örtbas etmek için "sürüden ayrılanı kurt kapar" lafı uyduruldu. Bir nevi tanık koruma programı. Sürüden ayrılan kendi sahte ölümünü düzenledi ve asparagas bir haberle durumunu sağlama aldı. Şu anda, her mevsim ılık ve güneşli olan bi'yerde keyif çatıyordur kesin. Aferin ona.

Perşembe, Şubat 16, 2012

Kuantum dolaşıklığı mı? Hiç sorun değil.

Kuantum dolaşıklığı gerçekten de dolaşık bir mesele. Herkes fizikle ilgili, bilimsel bi’şeyler olduğu konusunda hemfikir olmakla birlikte, kimse tam olarak ne olduğunu anlayabilmiş değil. Yok efendim fotonlar nasıl hem parçacık hem dalga gibi davranırmış, parçaçıklar niye olur olmaz yerlerde belirip kaybolurmuş, bir parcacığı kurcalarsan öbürü de davranış değiştirip bozulurmuş… Teoriler faydasız, deneyler kifayetsiz. Kuantum parçacık camiası bildiğimiz fizik yasalarına uymak yerine, kafasına göre kendi yasalarını çıkartıyor. Kanunsuzluk karışıklığı doğuruyor, sonuçlar bildiğimiz fizik yasalarıyla yorumlanınca her şey çok saçma geliyor.
Warner Heisenberg (kuantum fiziğinin kurucularından bir abimiz) Kopenhag’da parçacık fiziği üzerine çalışırken, kendine “Evrenin, deneylerde bize göründüğü kadar saçma olabilmesi mümkün mü?” diye sorduğunu yazmış günlüğüne. Bana sorsaydı cevap verirdim. Çünkü ben bunu hep söylüyorum, evren çok saçma. Ama sormadı. Kendi kendine soru sorduğuna göre deli herhalde, çok düşünmekten devreleri yakmış. Yazık ☹
Dediğim gibi, mesele dolaşık, kafalar karışık. Uzun zamandır (görünüşte 15-20 dakika ama görelilik kuramının bana verdiği yetkiye dayanarak nereden baksan 15-20 sene diyebilirim) araştırmama rağmen (Gugıl’a sordum) ben bile anlamadım, gerisini sen düşün. Tam “ben gerizekalı mıyım yea, niye anlamıyorum?” diye buhranlara girecektim ki, aziz dostum Niels Bohr (liseden arkadaşım) “birisi kuantum fiziği hakkında düşünürken zihni allak bullak olmuyorsa, onu hiç anlamamış demektir” dedi de üstün zekama ve olağanüstü evrensel kavrayışıma güvenimi kaybetmedim.
Hemen bakış açımı değiştirdim ve soruna değil çözüme odaklandım. Bir süre önce, bilim camiasının en muteber sitelerinden birinde (Twitter) kuantum dolaşıklığı hakkında bir makale yayınlamıştım, o aklıma geldi ansızın. Demiştim ki: “Kuantum dolaşıklığı denen şeyin, saç kremi ve tarakla çözülebileceğine inanıyorum. Olmadı kestiririz, ne var yani?! Kökü evrende, yine uzar.”
Makale aklıma geldiği anda bir aydınlanma yaşadım ve evrenin sırları açıklanmak için zihnimde sıraya girdi. Mesele dolaşıklığın nereden geldiği, nasıl olduğu değildi. Belki Schrödinger’in kedisi oynarken dolaştırmıştı. Muhtemelen bu yüzden kutuya kapatılmıştı ve kutunun içinde ne yaptığını bilmiyorduk. Kuantum dolaşıklığı tabii ki tarak ve kremle açmaya çalışarak çözülmezdi çünkü dolaşıklık onun doğasında vardı. Mesele bu dolaşıklığı çözmek değil ona şekil vermekti. Çözümün yarısı hep gözümün önündeydi ama aydınlanma anına kadar görememiştim. Evet, doğruydu; tarak bu meseleyi çözecek unsurlardan biriydi. Sorun kremdeydi. Asıl lazım olan krem değil spreydi. Hemen bir markete koşup ince uçlu, sık dişli bir tarak ve en sertinden saç spreyi aldım. Kuantum dolaşıklığı açmakla uğraşmak yerine tarakla krepe yapıp, bilim camiasında muz topuz tabir ettiğimiz şekilde topladım ve spreyle sabitledim. Hem derli toplu oldu, hem de şık durdu. Haliyle adını da kuantum dolaşıklığı yerine “kuantum şıklığı” olarak değiştirdim.
Krepe yapıp spreyi de basınca uçları biraz kırıldı ama olsun. Evrenin sırlarının açığa çıkması ve insanlığın aydınlanması yanında bir kaç kırık nedir ki?

Pazar, Şubat 05, 2012

Gen ya da genme, senin bileceğin iş.

Hep aynı boku yiyorum. Bir şarkı dinliyorum, hastası oluyorum; günlerce, arka arkaya, milyonlarca kere dinliyorum. Dinlemediğim zamanlarda şarkı kafamın içinde çalmaya devam ediyor. Ya da bir nakaratı loopa alıyor kafa (kafa benden bağımsız) başı dönüp midesi bulanana kadar dönüyor da dönüyor nakarat. (Kafa biraz takıntılı.) Sonra düşüp bayılıyor tabii, işim gücüm yokmuş gibi bi' de pansumanla uğraşıyorum. Kaşı gözü patlıyor çünkü düşünce. Nakaratlar usturuplu düşmeyi bilmez. Bilse de baygın zaten, nasıl usturuplu düşsün? Seninki de laf yani. Lafügüzaf.
Neyse, konuyu dağıtma.
Demem o ki, öle bayıla dinlediğim şarkıdan feci şekilde sıkılıyorum 56723874093 kere dinleyince. (Ki zaten her şeyden sıkılan bir insanım, biliyorsun.) Ama sıkılmayayım istiyorum, neticede süper şarkı çünkü. Ha diyeceksin ki "madem sıkılıyorsun, o kadar dinleme". Nasıl dinlemeyeyim lan, çok güzel şarkı, dinlemek zorundayım.
Aslında birşarkıyabayılıptiksinenekadardinlemehastalığını yapan geni bulmuştum bi' vakit. Sonra da kaybetmeyeyim diye sakladım. Nasıl iyi sakladıysam şimdi bulamıyorum. Lazım oldu bak.