Pazartesi, Haziran 21, 2010

Fahri TDK ve Yeni Sözcükler 6

Yine yeni bir tanımla karşınızdayım biricik sudenlerim.

Rektal Tuşe: Ağzı yerine anüsüyle konuşan dolayısıyla ağzından çıkanı kulağı duymayan kişinin sarf ettiği sözcüklerin döndürülüp kendisine sokulmasıdır. Kişiyi kendi laflarıyla tuş etmektir.

Bu resmi ve hissiz tanımı bir şiirle hislendirmek ve renklendirmek isterim.

Ey bana laf sokmaya yeltenen gafil!
Bilmez misin o lafı çevirip sana sokarım?!
Ağzınla konuş ki kulağın duysun,
Yoksa rektal tuşe yaparım.

Bugünlük de bu kadar közlenmiş patateslerim, yakında tekrar görüşelim. (Kafiye de kafein gibi bağımlılık yapıyormuş.)
Ok, kib, bye...

Pazar, Haziran 20, 2010

Lahana

Küçük kız o sabah lahanaları düşünerek uyandı. Özellikle de Brüksel lahanalarını. Uyandı ama yataktan kalkmadı. Öylece yatmaya ve lahanaları düşünmeye devam etti.
Salıncaktan düşüp kafasını yardığı için okula gitmemişti. Salıncakta hız denemesi yapıyordu. Çünkü yeterince hızlı sallanabilirse ve iyi atlarsa uzaya gidebileceğini düşünüyordu. Hızlanmaya çalışırken eli salıncağın zincirinden kaymış, havalanmış ve bir anda karanlığa karışmıştı. Sonrası malum. Gözlerini hastanede açmalar, kafaya dikişler, MR’lar…
Bunlar dündü.
Bugün en önemli şey lahanalardı. Lahanadan nefret ederdi, özellikle de Brüksel lahanalarından. Tadını sevmezdi, kokusunu da. Ve sonra o sabah aslında gerçekten neden nefret ettiğini anladı. İster kollektif bilinçten aktarılan bir bilgi deyin ister ani bir aydınlanma, biliyordu. Çok uzak bir geçmişin, bilinmeyen bir evrenin lahanalarla ilgili anıları… Hepsi, bir anda, oradaydı.
Çok çok uzun zaman önce, bilinmeyen bir yerde, varlığı unutulmuş bir evrende sadece tek bir lahana vardı. Dev bir lahana. Ortalama bir gezegen boyutlarında, canlı, bilinçli, nefes alıp veren tek bir dev lahana. Hem bir bütün halindeydi hem her yaprak kendi bilincine, aklına ve hislerine sahip bir bireydi. Öyle ahenkliydiler ki…
Ve sonra bir gün ömrü sınırlı olan her canlı gibi lahananın göbeği ölmeye başladı. Hepsini birbirine bağlayan omurga, lahananın yüreği… Lahana ölmekten öyle korktu ve öyle panikledi ki çürümenin sıçradığı bazı yapraklar kötücül birer parçaya dönüştü. Sağlam yapraklar onlardan ayrılmak, başka bir yerde yeni bir hayat kurmak istediler. Kötücüller karşı çıktı. Eğer onlar çürüdüyse hepsi çürümeliydi.
Fikirler öyle birbirinden ayrıldı ki lahananın göbeği dayanamadı ve bütün yapraklarını bir seferde üzerinden sıyırdı. Ölecekse huzurlu ve sakin ölecekti. Yapraklar dört bir yana saçıldı ve kovalamaca başladı. Çürüyen yapraklarla sağlamların savaşı. Ölçülemeyecek kadar uzun bir zaman boyunca hem birbirlerini kovaladılar hem de yerleşebilecekleri yeni bir yuva aradılar.
Ve bir gün karşılarına mavi bir gezegen çıktı.
Üzerinde bildiklerinden çok farklı bir hayat vardı. O yüzden sessizce yerleştiler. Sağlam yapraklar yine bildiğimiz lahanaydı, çünkü kendilerine güveniyorlardı. Ama habis çürükler kendi içlerine kapandı. Çürüklerini örtmek için kendilerini o kadar sıkıştırdılar ki boyları ortalama bir erik kadar kaldı. Hepsi bir şekilde, kendilerini belli etmeden hayata karıştı. Normal lahanalar daha fazla sevildi. Yemekler, dolmalar, salatalar yapıldı. Küçükler garnitür olarak kaldı.
Habislerin sabırları ebatlarıyla ters orantılıydı. İntikam için çok uzun zaman bekleyebilirlerdi. Üstelik şimdi yeni bir düşmanları, başka bir sebepleri, dolayısıyla daha sağlam bir plan için daha uzun bir zamana ihtiyaçları vardı. Kendilerini garnitür olmaya mahkum edenlerden de intikamın alacaklardı. Sabredecek, plan yapacak ve sonunda bu gezegenin sahibi olacaklardı. Zamanın sonuna kadar bekleyebilirlerdi ve sonra bu gezegen onların olacaktı.
Küçük kız bu bilgiyle afallamış, dehşete kapılmıştı. Yattığı yerde başı dönüyor, dünya üstüne yıkılıyormuş gibi hissediyordu.
Ve sonra annesinin yemeğe çağıran sesini duydu. Yemekte Brüksel lahanası vardı.

Cumartesi, Haziran 19, 2010

Oksimoron

Alkolsüz bira.
Kafeinsiz kahve.
Light mayonez.

Bunların hepsi oksimoron.
Moron!

Şair oldum

Ayri yazılsa "belki"deki "ki",
Hem bağlac olsa hem iyelik eki.

Genel Mektup

Sevgili eş, dost, akraba ve bana kitap kurdu diyen diğer insanlar;
Hanginiz beni kitap kemirirken gördünüz?
Arz ederim.

Atasözleri ve deyimler

Atalet büstün temelidir.

Bir cuma hikayesi

-Kuddusi bey nerede? Odası karanlık.
+Sansürü protesto etmek için karartma uyguluyor.
-Ne sansürü var ki?
+Şaka yaptım, sansür yok. Cumaya gitti, gelecek.
-E daha 5 gün var cumaya?!
+Geçen cumaya gitti, zamanda seyahat edebiliyor.
-Geçen cuma gitseymiş o zaman, niye şimdi gitti?
+Zaten geçen cuma gitmişti. Çok sevmiş, bi daha gitti.

Perşembe, Haziran 17, 2010

Blogger senin derdin ne?

Madem geri geldim, tasarımı biraz şe'yapayım dedim, pişman oldum. N'olmuş kuzum buraya? Ne yapmaya kalksam bir hata kodları bir afra tafralar... Yarım yamalak bir değişiklik yapabildim, ama çoğu şeyi düzenleyemedim. Eski tasarımı da korumadığım için akraba evliliğinden doğmuş gibi oldu blog.
Blogger, sözüm sana! Sürekli bırakıp gidiyorum diye böyle yapıyorsan sen bittin lan! Çünkü tekrar gidersem kahveden arkadaşlarla geri dönerim. Bunu da böyle bil.

Taşınma sonrası hisli yazı

Başka yerlere yazdığım şeylerin bir kısımını buraya taşıdım, altlarına yazdığım tarihleri not düştüm, rahatladım. Eskiden buraya yazdığım bazı şeyleri de oralara taşımıştım, hava aldılar, iyi oldu.
Artık önümüzdeki maçlara bakacağız.
Bundan sonra yeni yazılar buraya...
Yeniden açılış yaptım (kaçıncı oldu bu acaba?) ama kurdele kesmeyeceğim çünkü kıyamıyorum :( (Hisli kısım buydu. Kurdeleler kesilmesin.)

Kendi kendime söyleşi ya da otoröpo.

-Neden yazı?
-Bilmem, tura da olabilir. O da % 50 ihtimal sonuçta.
-Neden yazı?
-Bilmem, kışı da olabilir. Ama soğuktan hoşlanmıyorum, kardan nefret ediyorum.
-Çok yavşaksınız.
-Mersi.
-Neden yazı?
-Öğrettiler bi'kere.
-Bu mu sebep?
-Evet.
-Tekrar mersi.
-Cümlemize.

Bir "retorik sorulara metaforik cevaplar" programının daha sonuna geldik. Bu kadınla konuşulmuyor sevgili edebiyatseverler. Hepiniz kütüpanneye emanet olun.


Ne zaman yazdım?
8, 9 ve 12 Nisan 2010 şeklindeki çeşitli zamanlarda kendimle yaptığım 3 röportajı birleştirip buraya taşıdım. Taşınmak çok zor.

Fahri TDK ve yeni sözcükler 5

Yeni bir "bir gün bir gün bir sözcük, eve de gelmiş kimse yok" programıyla tekrar karşınızdayım sevgili hemoglobinler. Öğrenelim, coşalım.

Grup Dinamiği: Bir grup içindeki en neşeli, en enerjik kişiye grup dinamiği denir. Grubu eğlendirmek, gruba yeni katılanları eski üyelerle kaynaştırmak konusunda doğal bir yeteneği vardır. Grup dinamikleri birden fazla grubun içinde yaşayabilir, pek çok grubun maskotu olabilirler.

Örnek cümle kurmayacağım, her şeyi benden beklemeyin.
Öptüm, bye.

Ne zaman yazmışım?
Bugün.

Fahri TDK ve yeni sözcükler 4

Şahane bir sözcükle tekrar karşınızdayım sevgili şnorkellerim.

Ömerçelakıl: Aslen Ömerçel'akıl diye yazılan bu sözcük "sayısal zekayı fazla kullanmaktan kafa kırıldığında, oluşan çatlaklardan sızmak suretiyle olmadık yerde çeşit çeşit şifre görme, duruma göre götünden element uydurma" şeklinde kendini gösteren zeka çeşididir. Malum zeka dediğin çeşit çeşit. Sayısalı var, duygusalı var, görseli var... (Daha var bir sürü ama üşendim yazmaya.)

Örnek cümle: Bey koş, oğlan pi'nin bütün basamaklarını hesaplayacağım diye uğraşırken ömerçelakıllı oldu, sütlacın şifresini buldum diyor.

Bugün de bunu öğrenmiş olduk sevgili aminoasitlerim. Huzurlarınızdan ayrılmadan önce sizlere "bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum" cümlesini hatırlatır, hepinizin ömür boyu kölem olduğunuzu bildirmekten şeref duyarım canlarım. Zira sayemde öğrendiğiniz şeylerin haddi hesabı yok. (Palmiye yaprağıyla serinletmeniz şart değil, klima diye bi'şey var. Üzüm yedirme opsiyonel.)

Hepinizi nöronlarınızdan öperim.


Ne zaman yazmışım?
26 Nisan 2010

Fahri TDK ve yeni sözcükler 3

Dilimize katkılarım saymakla bitmiyor sevgili badem şekerlerim. Yine yeni tanımlarla karşınızdayım.

Rotarakt: Çiğ lahana ısırıldığında çıkan ses, efekt.

Pötürge: Isırgana dokunulduğunda bünyede ortaya çıkan etki. Kaşıntılı kabarcık.
Örnek cümle;
"Eltimgillen çayırda gezerken ısırgan dokanıp her yerim pötürge olunca limon suyu sürdüm, geçti."

Ahıska: Sinsi gülüş sesi. Daha çok zeka geriliği olan teşhircilerde görülür.
Örnek cümle;
"Bak sana ne göstericem aahhhahhahhaahıskaahıskaahıska..."

Nutella: Bir masal ülkesindeki gerizekalı prensesin adı.



Ne zaman yazmışım?
7 Nisan 2010

Cogito ergo sum çünkü bok var.

Bugün çok düşündüm ve düşünmenin iyi bi'şey olmadığına karar verdim. Çünkü bi'şeyleri ne kadar düşünürsem o kadar içinden çıkamıyorum. Ya da A noktasından B noktasına varmak için düşünmeye başlayıp soluğu Ğ, J ya da U noktasına alıyorum ve konunun oralara nasıl gittiği konusunda hiç bir fikrim olmuyor.
Sık sık hoşlanmadığım sonuçlara varıyorum, bu da pek iyi bişey değil. Başka birilerine ya da şeylere sinirlenirken öfkem dendime dönüyor düşündükçe. Beynimin bana çalışması gerekirken bana ihanet etmesine sinirleniyorum bu sefer de. Beyin dediğin zaten gerizekalının teki, ne yaptığı belli değil.
Ayrıca merak diye bir bela var insanlığın başında. O yüzden düşündükçe cevaplardan çok sorularla karşılaşıyorsun. "Aaa ne güzel çiçek" diye düşünürken, nasıl bir düşünce zinciriyse o "Pi'nin virgülden sonraki basamakları nasıl oluyor da kendilerini tekrar etmiyor?" diye uykumdan oluyorum. İnsanın kafası karmakarışık dehlizlerle dolu. Kaybolmak işten değil.
Üstelik düşünmek fiziksel olarak da çok yorucu bir faaliyet. Misal bugün çok düşünüyorum, meşgul olursam düşünmeyi bırakırım diye bütün gardrobumu indirdim, tekrar toplayana kadar canım çıktı. Hiç de bir işe yaramadı. Ellerim tişört asarken kafamın içindeki ses bik bik bik konuşmaya devam etti. Beyin gerizekalı olduğu kadar geveze de bir uzvumuz. Ne zaman çenesini kapatması gerektiğini bilmiyor.
Velhasılıkelam, düşünmemeliyiz. Boşuna "düşün düşün, boktur işin" dememişler, varmış bir bildikleri. Benim düşünüp de vardığım sonuç bu. Düşünerek varılan sonuca ne kadar güvenilebilirse artık...



Ne zaman yazmışım?
05 Nisan 2010

Tüyü Bitmemiş Yetim Hakkı Nasıl Yendi?

Hakkı minik bir bebekken ormanda tapirler tarafından bulunup büyütülmüştü. Tapirler her bebeğin düzgün bir aile ortamında büyütülmeyi hakkettiğini düşündükleri için buldukları bebeğin adını Hakkı koymuşlardı. Aradan zaman geçti, Hakkı büyüdü, yürümeye başladı. Lakin tapirler baktı ki Hakkı büyümesine rağmen tüylenmiyor, "aaa nebçim şey bu be" diyerek sürüden şutladılar. O sırada oradan geçmekte olan hain kurt (ki bu kurt, kırmızı başlıklı kızın hikayesindeki kurdun baba bir anne ayrı kardeşi ve anneleri kardeş olduğundan kuzenidir.) bu sahneye şahit oldu.
Zaten gerçek bir ailesi olmayan Hakkı koruyucu ailesi tarafından da dışlanmıştı ve sürüden ayrılanı kurt kapardı.
Kurt Hakkı'yı kaptı. Tüyü bitmemiş yetim Hakkı kurt tarafından afiyetle yendi.

:,(



Ne zaman yazmışım?
20 Şubat 2010

Fahri TDK ve yeni sözcükler 2

Gün geçmiyor ki lastikli lisanımıza bir katkım olmasın sevgili elektrokardiyogramlar. Bugün de aşağıdakileri kattım yazıldığı gibi okunduğu iddia edilen dilimize. Okuyalım, öğrenelim. Zira bilmemek değil öğrenmemek ayıp.

Pilates:
(Sıfat)
Platon ve Sokrates'in karışımıdır. Çok düşünceli insanlar için kullanılan bir sıfattır.

Ayrıca;
(İsim; Botanik)
Çiğken oldukça zehirli olmakla birlikte, çok dikkatlice ayıklandıktan sonra kızartması yapılabilen bir çeşit ebruşallı.

Ebruşallı:
(İsim; Biyoloji)
Doğada nadir görülen bir çeşit mutasyon. Bir tür ya da familyanın tek bir bireyinde görülür, tek olduğu için ölünce soyu tükenir.

Örnek cümle;
Splinter Usta çok ebruşallıdır, çünkü o konuşabilen bir fare.

Bir "dil peyniri" programının daha sonuna geldik. Tekrar görüşünceye dek öperim alayınızı.



Ne zaman yazmışım?
19 Şubat 2010

Fahri TDK ve yeni sözcükler 1

Umberto Eco "umbertoeko" olarak Türkçeleşsin ve "burada akis var" demek olsun bence. Ya da bilakis.
Bu da benim akustik terminolojisine ve Türkçe'ye katkım olsun.

Bu kadar.

Ne zaman yazmışım?
12 Şubat 2010

Işık yılı mışık yılı.

Işık yılını bir zaman birimi zanneden çok insan var. Cidden. Bir bakıma haklılar. Yıl diye uzaklık mı olur? Madem bir uzaklık birimini tanımlayacaksın niye zaman birimiyle adlandırıyorsun arkadaşım?
Neymiş? Işık yılı, ışığın 1 yılda aldığı yolmuş. Yıl dediğin de göreceli. Senin 1 yılınla Pluton'un 1 yılı bir mi? Zaten gezegenlikten de çıkarttılar elemanı. Neye göre, kime göre 1 yıl?
Ben de "100 km 365 gün 6 saattir, 4 yılda bir 366 gün olur" diye bişey sallasam kabul edecek misin bilim dünyası?
Düşünün canım artık biraz bunları. İnsanların kafası karışmasın, şeker de yiyebilsinler.

Asabım bozuldu ya. Işınla beni Skati, sinir var bende.

Ne zaman yazmışım?
13 Ocak 2010

Evrim ne saçma lan!

Darwin'i görsem "şşş birader bu evrim ne iş?" diye sorarım. Hadi biz maymundan geldik. Onlar da primat, biz de primat da, dinozor nasıl evrilip kuş olur arkadaşım? Dinozor dediğin ökküz kadar hayvan, apartman ebatlarında. Karalarda debeleniyor, ağaçları deviriyor falan. Kuş dediğin cücük kadar, uçabilen bi'şey. Nasıl olur da dino evrilir vudivutpeykır olur? Dinozor gergedana, timsaha, komodo ejderine falan dönüşse anlarım da kuş ne lan?
Bu tabiat denen şey ne ruh hastası, ne arıza bir kişi/kurum/kuruluş. Manyağa bak. Dinozoru kuşa çeviriyor.
Gerizekalı!

Evren'e çok sinirliyim şu an.

Ne zaman yazmışım?
13 Ocak 2010

Küçük bir korku hikayesi.

Atçe ismiyle müsemma bir insan olarak sürekli atardı. Yalan atardı, laf atardı, kurar kurar sallardı. Hobi olarak bahçe işleriyle uğraşırdı. Nifak tohumları eker, gür ve gürbüz olsunlar diye üzerlerine hakaretler yağdırırdı.
Yalnız kaldı mı çok acayip kurardı. Kurduklarına inanır, sağda solda anlatırdı. Atçe yalnızken hep kapıya birileri gelirdi mesela, biri hep kapıyı kurcalardı. Hırsız gelirdi, katil gelirdi. Aslında gelmezdi de ona öyle gelirdi. Yalnız bırakanları suçlardı Atçe. Sanki onlar olmadığı için bunlar kapıya gelirdi, sanki yanında olmayanlar kapı kurcalayanları gönderirdi.
Bir gün kapıya bizonlar geldi. Mamutları da getirmişlerdi. Atçe şaşırdı. "Aaa sizin soyunuz tükenmedi mi?" diye sordu. Mamutlardan biri "sadece senin için geri döndük" dedi.

Atçe'yi yedi.


Bitti.


Ne zaman yazmışım?
13 Ocak 2010

Yine Ben

Geri döndüm.
Bir süre önce, bir süredir yazmadığımı beyan etmek için kısa bi'şey yazmıştım.
Malumun ilamından sonra yazmamaya devam ettim.
Artık yazarım herhalde.
Bakamadıkça cami avlusuna bırakmaz olmaz ki blog denen naneyi.
Başka yerlere ufak tefek bi'şeyler yazmıştım, onları buraya taşıyarak başlamaya niyet ettim, niyet eyledim.
Her şeyin hayırlısı.