Cumartesi, Ağustos 17, 2013

Deniz cimridir.

“Çok garip bir rüya gördüm.” dedim anneme, “Hayırdır?” dedi. “Bir evdeydim. Ev hem benimmiş, hem değilmiş gibiydi ve kocaman pencereleri vardı. Bir kanepede yatıyordum ama yattığım yerden denizi görüyordum. Denizin ortasında devasa, kuyu gibi bir boşluk vardı, deniz oradan kendi içine akıyordu.” dedim. “Deniz görmüşsün, deniz görmek iyidir.” Dedi, “Tamam o zaman.” dedim, “Hadi ben gidiyorum.” Günlerden 16 Ağustos, istikamet İzmit. Tuhaf bir sabahtı. Gördüğüm rüyanın çok etkisinde kalmıştım, hava çok ama çok sıcaktı ve bir kaç gündür apartmanların çatılarında leylekler vardı. Ama öyle 1-2 tane leylek değil, silme doluydu çatılar. Balkondan bakıp bakıp şaşırıyorduk, bu zamana kadar kimse böyle bi’şey görmemişti ve rivayetler muhtelifti. Gözümün önünde kendi içine akan deniz, kafamda leylekler, yola koyuldum. İzmit’te okumuştum. Okulun yeni açıldığı sıralarda, İzmit Şehir Tiyatroları modern dans kursu açmıştı, aktivite olsun diye katılmıştık arkadaşlarla. Ne bileyim öyle aşık olacağımı? Okul da kurs da bitmiş, elene elene birkaç kişi kalmıştık ve Şehir Tiyatrosu’nun dans kumpanyası gibi bi’şey olmuştuk. Ertesi gün Sokak Tiyatrosu Festivali başlıyordu ve açılış gösterisini biz yapacaktık. Son provaya gidiyordum.Prova güzel geçti. Paydos ettikten sonra biraz daha oyalandık ve yavaş yavaş dağılmaya karar verdik. Sabah çok erken kalkacaktık çünkü. Arkadaşlarım kal dedi, nasılsa sabahın köründe geri gelecektim. İnadım tuttu, kalmadım, halbuki her zaman kalırdım. İstanbul’a döndüm. Saatin neredeyse 3 olduğunu görünce, artık yatayım diye yattım. Heyecandan uyuyamacağımı biliyordum. Yattıktan 1-2 dakika sonra sallanmaya başladık. Depremden hiç korkmadım, hala da korkmam ve bunu biraz tuhaf bulurum. O gece de, nasılsa sallanır geçer diye, yerimden bile kalkmadım. Annem telaşla kardeşime seslenmese yine kalkmazdım. Kardeşim uykudan uyanıp korkmasın diye seslenmiş annem. Tam kalktım, elektrikler kesildi. Balkona çıktım. Bir baktım bütün yıldızlar görünüyor, gökyüzü nefis. İzmit’te benim gibi yıldızlara meraklı bir arkadaşım vardı, hemen aradım. Şansa bak ki rahatlıkla ulaştım. “Bütün yıldızlar görünüyor, çok güzel.” demek istemiştim. “Bütün yıldızlar görünüyor.” dedim, “Bütün binalar yıkıldı.” dedi. İnanmadım. İnanılacak şey değildi ve arkadaşım eşek şakalarını severdi. Ne görüyorsan onu biliyorsun, Erenköy sağlamdı. Baktık bütün apartman sokağa dökülmüş, e biz de bi bakalım diye bahçeye indik. O an felaketin büyüklüğünü bilmiyorduk. Sonra arabalarda radyolar açıldı ve yavaş yavaş haberler gelmeye başladı. Arkadaşım şaka yapmıyordu, gerçekten bütün binalar yıkılmıştı. Felaketin gerçekliğini idrak ettiğim an, o yıldızlar da benim başıma yıkıldı. Gideceğim diye tutturdum. İzmit’te, Gölcük’de Değirmendere’de arkadaşlarım vardı. Babam bir şekilde sabah gitmeye ikna etti beni, eve çıktık. Bir süre sonra kapının sesini duyup yerimden fırladım, babam beni almadan gidiyordu. Kıyameti kopardım geleceğim diye. Zar zor Çenesuyu’na kadar falan gidebildik. Ortalık kıyamet yeri gibi. Sonrası malum. Bir sürü gitmeler, gelmeler, bir kısmını daha önce anlattığım ve bazısını anlatmak istemediğim başka bir sürü şey. Herkes 3 aşağı, 5 yukarı biliyor zaten o günlerde oralarda yaşananları. Haber alabildiklerimiz, alamadıklarımız, sağ salim kurtulanlar, göçük altında kalanlar… Elimizden geldiğince bi’şeyler yapmaya çalışıyoruz yoksa haber beklerken endişeden, üzüntüden aklımız gidecek. En sonunda babam dur dedi. İstemiyor gidip gelmemi, halimi gördükçe uzak tutmaya çalışıyor. Duramıyorum ki evde. Elimde sürekli telefon, haberlerden gözümü ayırmıyor ve aralıksız ağlıyorum. Annemin zoruyla bahçeye iniyorum arada, 5 dakikada bir camdan sesleniyor babam, göremezse hemen arıyor kaçıp gitmeyeyim diye. Ama sen olsan durabilir misin? Duramadım. Atladım gittim. O zamana kadar hep İzmit ve Gölcük’e gidip gelmiştim. Değirmendere’ye gitme fırsatım olmadı. Gece İzmit’te kalıp sonra Değirmendere’ye gideyim dedim. Çok severdim Değirmendere’yi. Kim sevmez ki? Hele sahili. Sahildeki çay bahçesini. Bir gittim, yok. Denizi gördüğüm yere yığılmışım. Koskoca çay bahçesi nereye gider? Arkadaşlarımla öğrenciliğimizin bir kısmı o çay bahçesinde geçmişti. Biraz daha sık gitsek, diplomalarımızı oradan alabilirdik. E ama yoktu? Arkadaşlarım vardı Değirmendere’de, onlar da yoktu. Deniz almıştı onları. Çünkü deniz onu sevenleri alıp saklar, saklamıştı. Deniz gerçekten kendi içine akmıştı. Bir daha hiç gitmedim Değirmendere’ye. Deniz aldıklarını geri verirse belki giderim. Ama toprak gibi değildir, cimridir deniz. Toprak hiç olmazsa 1 tutam saçı, belki bir mektubu ya da bir kolyeyi, bir gün bulunsun diye muhafaza eder, deniz aldığını kolay kolay geri vermez. Olsun, beklerim. Bekleriz.

Hiç yorum yok: