Pazartesi, Eylül 20, 2010

Meraklı Portakal

Vaşinktonportakal çok yalnız bir çocuktu. Garip bir aileden geliyordu ve kendisi de oldukça garipti. Ailesi, çocuklarına isim koyarken ismin anlamlı olmasıyla ilgilenmez, kulağa melodik ve hoş geldiğini düşündükleri sözcükleri isim olarak seçerdi. Mesela annesinin adı Narenciye, anneannesinin adı Fevkalbeşer'di. Nesillerdir böyleydi ama nedeni belli değildi. Babası Kromatiniplik bu konudaki sorularını duymazdan gelir, dedesi Anglosakson müstehzi bir gülümsemeyle geçiştirirdi. Teyzesi Şarampol ve dayısı Makrome konuyu açtığı anda anlamlı anlamlı bakışır ve Vaşinktonportakal’ı azarlardı.
Bütün sülale içinde en sevdiği ve en iyi anlaştığı kişiler Döpiyes ve Tayyör adlı ikiz kuzenleriydi. Bir de halası Mansiyon'u çok severdi. Ufak tefek, neşeli ve sevecen bir kadındı. Ama o bile Vaşinktonportakal’ın sorularını cevaplamak yerine incelikle savuşturuyordu.
Vaşinktonportakal çok yalnız bir çocuktu ve bütün yalnız çocukların yaptığını yaparak vakit geçiriyordu. Yani evi karıştırıyordu. Ailece garip oldukları için dışlandıklarından (çünkü insanlar ismi Manivela ya da Trikotaj olan acayip insanlarla arkadaş olmak istemiyordu.) ıssız bir yerde, kocaman bir evde neredeyse tüm aile beraber oturuyorlardı. Sadece birkaç isyankar aile ferdi mahkeme kararıyla normal isimler almış ve çok uzaklarda bi’yerlerde normal insanların arasına karışmıştı. Bir tek kendileri gibi dışlanan insanlar bu aileyle haşır neşir olmaktan çekinmiyordu ama onlar da biraz tekinsiz kişilerdi ve zaman zaman bazı sorunlar olabiliyordu.
Neyse, bunlar mühim değil. Mühim olan evin her yerini santim santim bilen Vaşinktonportakal’ın dedesinin kütüphanesinde bulduğu garip bir kutuydu. O kadar iyi saklanmıştı ki neredeyse gözünden kaçırıyordu. Habuki evin en çok vakit geçirdiği bölümü bu kütüphaneydi. (Malum, çocuk yalnız, en iyi arkadaşı kitaplar.) Nesillerdir biriktirilen bir sürü kitap, eski albümler, bazı günlükler, doğanlarla, ölenlerle, ailenin işleriyle ilgili çeşitli belgeler ve her nevi basılı, yazılı nesne burada saklanmıştı. (Saklamak: Raflarda ve dolaplarda yer kalmayınca devrilmeyecek şekilde bütün boşluklara istiflemek.) Aile onca ıvır zıvırı ayıklayıp sınıflandırmak ve işe yaramayan şeyleri atmakla uğraşmaktansa odayı büyütüp kaybettikleri alanlar yerine eve ek kanatlar yapmayı seçtiği için oda (Ve dolayısıyla ev) devasa boyutlardaydı.
Vaşinktonportakal kutuyu kütüphanedeki kocaman ahşap masanın çekmecelerini kurcalarken buldu. Bütün eski ve kocaman ve çok sağlam ahşap masalar gibi bu masanın da gizli gözleri ve onların içine gizlenmiş başka gizli gözleri ve daha derinlerde saklanmış diğer gizli gözleri vardı. İşte Vaşintonportakal bu çok ama çok gizli gözlerden birinde bulmuştu bu kutuyu. Önce onun bir kutu olduğunu anlamadı çünkü hiçbir ek yeri yok gibiydi. İnsanlığın başlangıcından beri kapalı bir nesne bulan her insanın yaptığını yaptı, kutuyu salladı. Bir tıkırtı geldi. Demek ki içinde bi’şey vardı. Pencerenin yanına gidip iyice yakından baktı, şaşı baktı şaşırdı. Kutunun köşesinde minicik bir yiv vardı. Tırnağıyla açmaya çalıştı, elini acıttı. Çakısını denemeyi düşündü, o da olmadı. En sonunda bir iğneyle açmayı başardı. Küçük bir defterle karşılaştı. Bir sure inanmaz gözlerle deftere baktı. Defter büyükbüyükbüyükbüyükbüyükbüyükbüyük en büyük babasının günlüğüydü. Aradığı bütün cevaplar bu günlükteydi. En sonunda deftere dokunmaya cesaret edebildi. Defteri eline aldı ve aldığı anda defter ufalandı. Çünkü çok eskiydi ve havayla temas etmişti. Bir an için dondu kaldı. Sonra ufalanan defteri kutunun içine tıktı, kutuyu bulduğu yere sakladı ve kütüphaneden kaçtı.
O günden sonra adını Versatilkalem olarak değiştirdi, kütüphaneye bir daha adım atmadı ve asla isimlerle ilgili soru sormadı.

Salı, Eylül 14, 2010

Ben büyyünce 3

Ben büyyünce "canısıkıldıkçalokalinegidipoturmakiçinabuksubukderneklerkuranamca" olucam.

Pazartesi, Eylül 13, 2010

Ben büyyünce 2

Ben büyyünce "gençinsanlarıkonuşarakalçıyaalantekaütteyze" olucam.

Ben büyyünce 1

Ben büyyünce "narçiçeğikırmızısırujuyladenizegiripkafasınıhiçsuyasokmadanyüzenteyze" olucam.

Meee!

Bu referandum tatavası çıktığından beri herkesleri aldı bir telaş. Yok ülke elden gidiyormuş, of çok fena ayrımcılık, ay acayip bölücülük varmış, aman da evet çıkarsa özgürlük büyük darbe alırmış, vay efendim uyumayalımmış...
Be malın önde gideni ne zaman uyandın ki şimdi uyumayalım diyorsun? Milletçe evet-hayır oynarken mi aklına geldi uyumak, uyanmak? Özgür müydün ki özgürlük diye götünü yırtıyorsun? Göte girince açılmayan şemsiye var ya, o sana çoook önceden sokuldu, sen osura osura uyuken fersah fersah açıldı. Açılışı davullarla, zurnalarla yapıldı uyanmadın da, uyanmayı şimdi mi akıl ediyorsun?
Adı üstünde yerli "mal"ı yurdun "mal"ı, herkes onu kullanmalı. Çok uzun zamandır öyle bir kullandılar ki seni ne aklın ne hür iraden kaldı.
Önce sağcı-solcu diye ayırdılar, sonra Türk-Kürt, laik-şeriatçı diye. Şimdi de evetçi-hayırcı diye ayrıldın.
Dilini bozdular, kültürünü bozdular, bütün değerlerini aldılar elinden. Her şeyle ilgili algın bozuldu, tahrip edildi sen mal mal bilumum yarışmalarla bilmem kimin ölümsüz eserinden uyarlanan dizileri izlerken.
Ülkesini seven herkes faşist, bütün dindar insanlar şeriatçı, laikler münafık, senin gibi düşünmeyen herkes düşmanın oldu. Nasıl istedilerse öyle şekillendirdiler zihnini sen hala uyumaktan uyanmaktan bahsediyorsun. Bütün bunlar olurken, kurunun yanında yaş da yanarken neredeydin biriciğim?
Şimdi hiç şikayet etme başına gelenlerle geleceklerden. Ellerinle sattın, teslim ettin ülkeni, bir ilan vermediğin kaldı.
"Sahibinden satılık, anahtar teslim ülke. Üstelik yanında koyun sürüsü bedava."

Cuma, Eylül 03, 2010

Ne zaman evleniyorsun?

25 yaşın üzerindeyseniz ve arkadaşlarınız, akran kuzenleriniz falan haince evlenmeye başladıysa her mecliste duyacağınız sorudur bu. Hazırlıklı olun. Senaryo, soran kişiye bağlı olarak 2 versiyonludur. 



1. versiyon
Eş, dost, akraba, tanıdığın sorması:

Bu versiyonda genellikle dişihanımteyzeler (anne, teyze, hala, yenge, konu, komşu, süpürge) ve nadiren adambeyamcalar (amca, dayı, abi, komşu, bakkal, sütlaç) ya da yeni evli çiftler rol alır. Assora açıklayacağım 2. versiyona göre daha anlaşılabilir bi'şeydir. Bi nevi sizin mutluluğunuzu görmek isterler kendilerince. Bir kuşağa (Jenerasyon da olur.) göre saadet, esenlik, huzur, düzen gibi şeyler tamamen ev-barkla ilgilidir. Yakınlardan birilerinin (komşunun çocuğu, arkadaşınız, bi'şeyiniz) evlenmesiyle açılan mevzu kaçınılmaz olarak size doğru yönelecek ve bu soru sorulacaktır. Üzerine vazife olan, olmayan insanlar bunu dert edinip "ne zaman evleneceksin? Ama bak biz torun sevmek istiyoruz artık ekikiki" (Annem, babam kurmuyo lan öyle cümle, sana ne?) şeklinde cümleler kurmak suretiyle sizi bunaltacaktır. (Torunmuş... Denyo) Eğer kaderin kötü bir oyunu olarak yeni evlenmiş bir arkadaşınız, bi’şeyiniz de ortamda bulunuyorsa, sanki bu zamana kadar beraber bekar bekar şahane takıldığınız kişi o değilmişçesine teyzelere amcalara gaz verme görevini üstlenir. Bu tamamen sizin buna sinir olduğunuzu bilmesi ve bundan kendine eğlence çıkartmaya çalışmasıyla alakalıdır. Karşı saldırı olarak gözünüzü belertmeden, sakin sakin “bebek” kartını oynayın. Kuracağınız tek cümleyle bu kumpasçıyı kendi tuzağına düşürebilirsiniz. “e şekerim, çocuk ne zaman?” dediğiniz anda bir sessizlik olacaktır, hemen istifade edin. “Bebek sevesimiz var, değil mi teyzelerim, amcalarım?" sorusunu sorduğunuzda
dikkatler o tarafa yönelecektir. Hatta çocuklu insanlar için bile bu kart çalışır çünkü teyzeler ve amcalar asla yetinmezler, her zaman ikinci, üçüncü çocuğu da beklerler. Bebek muhabbeti açıldığı saniyede herkes kendi çocuğunun bebekliğinden, duruma gore torun olmadı yeğenlerden bahsetmeye başlayacak ve o arada akla gelen kişilerin çekiştirilmeye dalınmasıyla saldırıdan hasarsız kurtulup hemen oradan sıvışmanız mümkü olacaktır.

2. versiyon:
El alemin sorması:


Bunlar kesin dişihanımteyzelerdir. Adambeyamcalar sadece "evli misin?" diye sorup geçebilirken elalemindişihanımteyzesi asla yetinmez. Zira bu kadınların kafalarında sürekli güncellenen bekarlar listeleri vardır. Tanıdıkları, gördükleri, otobüste yanına oturdukları, markette karşılaştıkları, bir şekilde denk geldikleri bütün genç kadın ve erkekleri kafalarında eşleştirirler. En az yedi çifti evlendirmeyi (7 çift evlendiren cennete gider şeklinde bir batıl itikat var.) hayatlarının amacı edinmişlerdir. Hepsinin yakınlarında (uzak da olur, farketmiyor bunlara.) mutlaka evlenmek için çıldıran genç insanlar (komşu çocuğu, yeğen, oğul, kız, torun, torba, poşet) bulunmaktadır. "Evli misin?" diye başlayan sorgu "aaa, niyee?" nidası akabinde “peki konuştuğun biri var mı?” sualiyle devam eder. Cevabın evet ya da hayır olması bi’şey değiştirmez. Hemen o gençlerden size uygun görülenlerin iş, güç, maaş, yaş, ev, araba, taşınabilir - taşınamaz mal varlığı, t.c. kimlik no. gibi bilgileri en ince detayına kadar aktarılır. Çünkü bu teyzeler psikolojik harp, istihbarat, karşı istihbarat hususunda en baba teşkilatı cebinden çıkarır. Savuşturmak için gözlerinizi devirip en yavşak halinize bürünmeniz ve bu teyzelerin tasvip etmeyeceği konularda atıp tutmanız şarttır. Hemen alkol, sigara, gece hayatı, karşı cinsle münüsabetler hakkında konuşmaya başlayın ve mümkünse “evlilik ne yeaaa? En fazla birlikte yaşarım” diyerek teyzeyi soğutun. Bir sure taş kesilip betonarmehanımteyzeye dönüşeceklerinden arkanıza bakmadan, seke seke kaçabilirsiniz

Moda hastalıklar için stil rehberi

Hastalığın da modası olur muymuş dediğinizi duyar gibiyim biricik ivsenlorenlerim. Ve cevap evet, tabii ki olur. Hastalık modası kişinin kendine yakışanı olmasıdır. 
Nasıl vücut tipimize gore giyinmemiz, yüz tipimize göre saç-makyaj ayarları yapmamız gerekiyorsa hastalıklar için de aynı şey geçerli. Örneğin depresyon, panik atak, reflü türü rahatsızlıklar her kadının gardrobunda bulunması gereken “küçük siyah elbise” gibidir. Sırf bu hastalıklar yüzünden “çağın hastalıkları” diye bir kavram yaratıldı, çağa uygun yaşamalıyız. Her hastalık herkeste şık durmaz.
Örneklerle açıklayayım. Mesela uzun boylu birine depresyon yakışmaz, hantal gösterir, panik atak sakil durur. Uzun boylularda bipolar ya da manik-depresif bozukluk en azından bir borderline kişilik daha şık dururken kısa boylu iseniz size reflü ya da anksiyete yakışacaktır. Sizi boylu, zengin ve sofistike gösterir. Minyon ve zayıfsanız alerjik rahatsızlıkları tavsiye etmiyoruz, zira stilinizle alımlı olmanız için daha sinirli ve seri hareketlerle karakterize bir hastalığınız olmalıdır. Alerji çeşitleri de sizi ezik ve dışlanmış gösterecektir. Hipoglisemi türü bir rahatsızlığınız olması kan şekerinizi düşüreceği için sizi "tatlı yiyelim tatlı konuşalım" şeklinde neşeli bir moda taşır. Bu da sosyal hayatınıza çok olumlu etkiler getirecek, yüzünüzde ışıltılı yansımalar oluşturacaktır. Uzun boylu ve hafif kiloluysanız tenya ya da şerit türü parazitlere bağlı rahatsızlıklar dikine çizgili sayıldıklarından sizi ince ve zarif gösterecektir. Özellikle omurga ile ilgili ortopedik rahatsızlıklar 80’lerdeki vatkalı, yarasa kollu blüzler gibidir, kimsede şık durmaz. Sakın denemeyin.
Unutmayın ki doğru bir stille çok para harcamadan da harikalar yaratabilirsiniz. İ! entırteymınt moda polisinden bu haftalık da bu kadar. Haftaya ödül törenleri ve kırmızı halı bölümümüzle yine modanın nabzını tutacağız.
Öptüm. (Yanakları değdirmeden.) Bye.

Perşembe, Eylül 02, 2010

Fahri TDK ve Yeni Sözcükler 8

Hemen bi tanım verip gidicem, tikkat tikat!

Seri katil: Çok hizli hareket edebilen, yüksek kondüsyonlu katillere seri katil denir. Bu katiller yorulmak nedir bilmezler.

Bu kadar.

Çarşamba, Eylül 01, 2010

Multikültürel oldum

Annem düştü pazar günü, dizini sakatladı. Doktor 10 gün ayağa kalkmayacaksın, basmayacaksın ayağının üstüne dedi, ben de 1 hafta izin aldım işten, zabıta olarak evdeyim. Çünkü annem insan değil atom karınca, yatağa zincirlesen yine kıpraşır. Nitekim dün 2 saniye gözümü ayırdım üstünden, taburenin tepesinde buldum. Neymiş, kavanoz lazımmış. Neysse...
Evde olunca yemek işlerine verdim kendimi, mütemadiyen mutfaktayım. (Tarhana falan yaptım, öyle hamaratım. Ellerimnen yoğurdum, güneşinen kuruttum.) Dün bir spagetti yaptım söylemesi ayıp, değil parmaklarını kollarını yersin. Öyle leziz bir sos. Ben de parmaklarımı falan yemeyeyim diye çopstikle yedim bugün ve bir anda aydınlandım.
Yemek bir İtalyan yemeğiydi, yemek için kullandığım araç doğunun hazinesi. İşte o an farkettim kültür vasıtasıyla ulaşıp çeşitliliği kutladığımı. Adeta bir nasyonel coğrafik, bir diskoverya çenıl olmuştum, kültürler arası köprüydüm. Hem de kendi mutfağımda. Vay be dedim, bir annemin düşmesi nelere kadirmiş. Hemen koştum, buna vesile olduğu için ısırdım annemi. (Bazı kültürlerde bir sevgi gösterisidir bu, Eskimolar da burunlarını birbirine sürter mesela.)

Bu da böyle bir anımdı. Şimdi yorumlar;

İtalyan yemeğine çekik gözlü bir bakış. (Daily Planet)
Fantastik bir macera. (New York Times)
Spagetti ve İlluminati hiç bu kadar multikültürel olmamıştı. (Dan Brown)
Eskizden esere. Kültürler arası ilk köprüyü ben yaptım. (Leonardo da Vinci)

Tekrar görüşünceye dek Ra'nın gözü üstünüzde olsun İsislerim, Osirislerim.

Günlerden bugün

Sabah yine her zamanki gibi hımfhımf diye uyandım, (Sabah dediğim, öğlen.) çünkü huysuz bir insanım. Bir süre domuz gibi durduktan sonra otomatik portakal hareketlere giriştim;
-Yataktan kalk. (Çok zor bu.)
-Kahve yap. (Refleks.)
-Bir lokma bi'şey ye, sigara yak. (Pavlov'un Gökçesi)
-Bir süre mal mal bak, nikotin-kafein kardeşler kanına karışsın, sisler dağılsın...
Sonra rutin dışında bi'şeyler oldu, çok değerli büyüğüm, biricik insan Haluk Mesci ilen konuştum. Bi'şey yazmıştım, onu beğendi, ben sevinip şımardım. (Bazıları gibi içten yanmalı bir kişi olmadığım için dışardan motive edilmem gerekiyor. Haluk Mesci benim için ful (sayıyla, full) motivasyondur.) Sonra o yazdığım bi'şeyi değerli büyüğümün bir arkadaşı (artık benim de arkadaşım, hihihi) okuyup beğenmiş, oradan buraya gelmiş burada biraz okumuş, çok sevmiş. Değerli büyüğüm bana iltifatları iletti. İşte o an benim delirdiğim an oldu sayın seyirciler. Zaten deli gibi seviniyorum biri yazdığım bi'şeyi beğenince. Düşün, Haluk Mesci yazdığın bi'şeyi beğenmiş, sonra bir de arkadaşı beğenmiş. Önce içimden zıplamaya başladım (evet, yapabiliyorum bunu.) sonra bir baktım ki evin içinde koşuyorum. O ara kahveyi dökmüşüm, küfür bile etmedim inanır mısın? Normalde haymnskigtko tarzı bir monoloğa girişmem beklenirken, adeta bir neşe pınarı dökülmüş de pek güzel olmuş edasıyla temizledim dökülen kahveyi. Aman bir sitayiş, bir küşayiş, bir nümayiş. Kimseyle becayiş etmem, edemem, öyle sevinçliyim.
Demem o ki şu sevinci yaşadım ya, ilk çocuğumu Haluk Mesci'ye hediye edeceğim, bir böbreğim de Derya Tanyel'indir.

Mühüm not: Beni Haluk Mesci ilen tanıştırarak bunların hepsinin vesilesi olan biriciğim Mito'ma teşekkürü borç bilirim. (Ya da boşver lan, o da manita yaptı sayemde.) (Ya da boşverme, Mito candır.) (Manitası da candır, ayrı.)



Yasal Uyarı: İçinizden şu aile saadetini kıskanan olur, nazar değdiren olur efendime söyleyeyim forsta bir distörbıns hissederim falan, kıçınızı keserim. Maşallah deyin.

Narenciyeyle felsefe olmaz!

Bu ara orada burada karşıma çıkıp duran bir laf var ki feci sinir oluyorum. "Hayat sana ekşi limonlar sunuyorsa zivzivziv..." diye bi'şey. Tekilayla tuz mu isteyecekmişsin ne yapacakmışsın.
Kendini güldürüklü, sempatikli sanan bir aklıevvel etti bu lafı, laf aldı yürüdü. Facebook statüslerine mi yazılmadı, tweetler, retweetler mi yapılmadı, msnlerde kişisel ileti mi olmadı... Gruplar bile açtılar bu isimle. Kıçına da bir tane ":)" taktılar mutlaka. Üstüne bik bik bik bi ton muhabbet. Aman efendim bir sitayiş ki görülmeye.
Biri de çıkıp demedi ki "arkadaşım sen böyle dedin ama ekşi olmayan limon mu olur lan?" Narenciyenin tatlı olanı mandalina, portakal zaten, neyin lafını ediyorsun? Limon dediğinin doğasında var ekşi olmak. Ne şikayeti bu, tribin kime? Çorbaya, salataya sık, kemir c vitamini al. (Hatta kabuğuyla kemir çünkü vitamini kabuğunda.) Alabildiğince C vitamini al ki kafan çalışsın.
Ben de "hayat sana ekşi greyfurtlar veriyorsa tatlı portakalın suyuyla karıştır, kemiklerin kuvvetlensin" diyorum o zaman. Bu da yazılsın msnlere tivitırlara! Ekşi limonu da nüans farkından dolayı geri iade ediyorum ki kara koyun, siyah koyun anlaşılsın!

Uyarı: Son cümledeki anlatım bozuklukları vurgu amaçlı kullanılmıştır. Evde denemeyin, kimseye vurmayın kuzucuklarım.

Son söz: Anlatım bozukluğu iz a biç, biççeez!